Selahattin Demirtaş'la söyleşi: "Eziyet/zorluk: Hapishanenin diğer adıdır. Mesela F Tipi eziyet, T Tipi eziyet, tipsiz eziyet gibi."

SELAHATTİN DEMİRTAŞ İLE SANATA VE HAYATA DAİR SÖYLEŞİ

Selahattin Demirtaş’la yaptığımız Sanata ve hayata dair söyleşi, “Firari yazılar” adlı kitabımızda yayınlanmıştı. Demirtaş’ın son öykü kitabı Dad’ın tanıtımı nedeniyle RTÜK Halk TV’ye soruşturma açtı ve ceza verdi. ‘Yandaş’ların yönetiminde olan RTÜK’ün bu -en hafif ifadeyle- anti demokratik kararı nedeniyle Demirtaş’la yaptığımız söyleşiyi paylaşıyoruz.

1-Adil Okay, Ayhan Kavak: Yazmaya içeride mi başladınız?

Selahattin Demirtaş: Dışardayken de yazma denemelerim vardı ancak kitap halinde yayınlanmış herhangi bir çalışmam yoktu.

2- Adil Okay, Ayhan Kavak: Ernest Hemingway “Yazmak için yaşayın, yazdıklarınızı yazın” derken, dışarı çıkın, dolu dolu yaşayın, görün, dokunun ve gözlemlerinizi estetize ederek ak kâğıda dökün demek istiyordu kanımca. Peki siz bu imkânlardan yoksun yazar-şair olarak söz konusu boşluğu nasıl dolduruyorsunuz? Ve ayrıca şöyle bir saptamada bulunsak: “Politik tutsaklar anı bohçalarını asıl olarak dışarıda doldurmuşlardır. Bu anlamda “dışarıyı” da “içeri” gibi anlatacak birikimleri vardır. Sanatçı yoğunlaşmak için kimi zaman kalabalıklara karışmak kimi zaman da yalnız kalmak ister. Bu bir lüks değil, üretim, daha iyi üretim için zorunluluktur. Ama zindandaki yazar-şair dilediği zaman yalnız kalamaz veya kalabalıklara karışıp dilediği gibi gözlem yapamaz. Bu açığını ancak düş gücüyle ve anı bohçasına başvurarak kapatır. Ve okuyarak.” Bu saptama için ne dersiniz?

Selahattin Demirtaş: Sevgili Adil Okay’ın saptamalarına katılıyorum. Özellikle siyasi mahpuslar dışardayken toplumla çok fazla iç içe olmuş kişilerdir. İşin doğası gereği bu böyledir. O nedenle toplumu, halkı yakından tanırlar, çünkü zaten onun bir parçasıdırlar. Bu nedenle biriktirdikleri de, birikimleri de çok fazladır. İçerdeyken bunları hayal gücüyle yoğurup esere dönüştürmek de kişinin yeteneğine bağlıdır. Mahpusun en çok yaptığı şey hayal kurmaktır, bunun için yeterince zamanı da vardır. Ancak kalabalık koğuşlarda yazmak için yoğunlaşma ve konsantrasyon sorunları mutlaka yaşanıyordur. Kısıtlı imkân ve kısıtlı mekanda edebiyat ürünü yaratabilmek elbette kolay bir iş değil. Zaten hapishane edebiyatını değerli kılan da budur. Özgürlüğünüzün elinden alındığı bir ortamda özgürce yazabilmek ciddi bir iştir. Cezaevinde birçok arkadaşın okuma yapma, araştırma imkânı da son derece kısıtlıdır. Oysa iyi bir yazar her şeyden önce iyi bir okurdur. Bu engellere rağmen içerdeki okuma oranı dışardakinden yüksektir. Siyasi tutsakların özel azim ve çabaları sayesinde kendilerini geliştirdikleri, olağanüstü koşullarda yazarlığa adım attıkları düşünüldüğünde içerde yazılmış her kitabın farklı bir anlamı ve değeri olduğuna inanıyorum. Genelde küçümsense de bu eserlerin edebiyat dünyasına önemli bir katkı sunduğu gözden kaçırılmamalıdır.

3-Adil Okay, Ayhan Kavak: Yazımsal üretimlerinizi en verimli hangi zaman aralıklarında gerçekleştiriyorsunuz?

Selahattin Demirtaş: Ben genelde geceleri yazıyorum. Yoğunlaşmak daha kolay oluyor ve yazım süreci de günlük rutinle kesintiye uğramıyor. Mekanı dışlamayı ve soyutlamayı tercih ettiğim için yazım esnasında olumlu olumsuz etkisini hissetmiyorum. Ben yazarken cezaevinde olduğumu unutuyorum ancak başka bir yerde olduğumu da hayal etmiyorum. Sadece kağıt, kalem ve ben varız o esnada.

4- Adil Okay, Ayhan Kavak: Mekânın yazmanız üzerinde ne gibi etkileri oluyor? Yazımsal çalışmalarınız esnasında ne tür zorluklarla karşılaştınız? Sansür, oto sansür sizi kısıtlıyor mu?

Selahattin Demirtaş: Belirttiğiniz manada herhangi bir zorlukla karşılaşmadım. Ama politik temsil kimliğimin yol açtığı sınırlamaları hissettiğim zamanlar oldu. Bu da beni “hassas” denilebilecek konularda yazarken daha özenli bir dil kullanmaya zorladı. Ben bunu da aşmaya, olabildiğince özgür yazmaya çabalıyorum. Edebi kaygılar ile toplumsal konumumu olabildiğince dengelemeye ve ikisinden de taviz vermemeye gayret ediyorum. Nihayetinde ben sanat için sanat yapmıyorum, diğer tüm hapishanede edebi eser üretenler gibi ben de halkçı, toplumcu yönü asla ötelemiyorum.

5- Adil Okay, Ayhan Kavak: C. Pavese, Yaşam Uğraşı’nda “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır edebiyat” saptamasında bulunur. Hayat ve Edebiyat bağıntısı sizce nasıldır?

Selahattin Demirtaş: Ben hayat ve edebiyat arasında bir bağ varmış gibi ele almıyorum bilakis edebiyatı hayatın bizzat kendisi olarak görüyorum. Kendimizden başkasına ait olmayan hayatımıza karşı duruşumuz neyse edebiyatımız da odur. Edebiyat bir eylemdir, bazen saldırıdır. Burdan bakınca edebiyat, hayatın saldırılarına karşı bir saldırıdır aynı zamanda. Ayrıca edebiyatçının işi savunmada kalmak değildir, sanat provakatiftir, saldırgandır. Ben kendi hayatımı böyle yaşıyorsam edebiyatım da böyledir haliyle. Elbette sanatta, edebiyatta şablon yoktur, bunlar benim görüşümdür. Bir başka sanatçı farklı da düşünebilir, buna da saygı duymak gerekir ama onun yazdıklarını okumak zorunda değiliz.

6- Adil Okay, Ayhan Kavak: Edebiyat alanındaki tekelleşmenin, yaratıcı yazarlığı körelttiği söylenebilir mi? Günümüzde tek tipleşen üretimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Paraya tahvil edilen yönlendirmelerin edebiyata zararları nelerdir? Edebiyatta çoraklaşma var mı?

Selahattin Demirtaş: Dünya genelinde edebiyatın geldiği noktayı değerlendirebilecek yetkinliğe ve bilgiye sahip değilim. Hakim olmadığım konularda ahkâm kesmek istemem. Fakat piyasa haline gelmiş edebiyat sektörünün “edebiyatın ruhu” dediğimiz şeye zarar verdiği de aşikardır. Market raflarında, gıda reyonunda satılan ve “çok satan” ürünler arasındaki kitapların edebiyat dünyasından çok edebiyat malzemeleri, hızlı tüketilen ürünler kategorisinde ele alınmalıdır, tıpkı cips gibidirler, yersin ve 8-10 saat sonra vücudundan dışarı atarsın. Dışarı atamadığın ve vücudunda kalanlarsa komple zarardır. Edebiyat piyasasındaki tekelleşme, ucuz ve kalitesiz edebi ürünler, pazarlama tekniklerinin yardımıyla çok sayıda okura ulaşarak kaliteli edebiyatın okura ulaşmasını dolaylı olarak engellemiş oluyor. Bu hem yazarlara büyük bir zorluk yaratıyor hem de hakiki edebiyatla okurun buluşmasını engelleyerek edebiyatın toplumsal rolünü kısıtlıyor. Eminim çok daha fazla sorun vardır ancak dediğim gibi, çok hâkim değilim bu konuya.

7- Adil Okay, Ayhan Kavak: Görsel uyarıların (TV, Sinema, İnternet vs.) baskın gelmesinden dolayı günümüz şiir, roman ve öyküleri de başkalaşıma uğradı mı? 19. yüzyıldaki klasik roman veya büyük anlatılar devri kapandı mı? Sayısız karakterden 3-5 karaktere indirgenen edebiyat anlatılarında betimleme, olay örgüsü ve kurgudan uzaklaşılması tercih haline mi geldi? Edebiyatın “Zamanın Ruhu”na uyarlanması yüzeyselleşmeye yol açtı mı?

Selahattin Demirtaş: Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması nedeniyle insanların artık uzun metinleri okumadığı şeklinde tespitler yapılıyor. Bir twit, boşluklar dahil en fazla 280 karakterle yazılıyor. Derdinizi 4-5 twitle anlatmaya kalksanız dahi “sıkıcı” olabiliyorsunuz! Okuyucuya ulaşmak gibi bir derdiniz varsa artık kısa ve anlaşılır yazmak zorundasınız. Bir de yeni nesil leb demeden leblebiyi anlıyor, aptal yerine konulmak istemiyor. Sayfalar dolusu uzun betimlemeleri dinlemek gereksiz gibi geliyor. Tolstoy bize her detayı uzun uzun anlatmak zorundaydı çünkü 150 yıl önce Rusların tamamı bile onun anlattığı mekanları bilmiyordu, görmemişti. Ama şimdi herkes elindeki cep telefonu ile Kremlin Sarayının içinde üç boyutlu gezi bile yapabiliyor. Dünya’nın herhangi bir noktasını internet ve uydu aracılığıyla canlı olarak izleyebiliyor. Film ve diziler sayesinde her yeri, her şeyi, herkesi görebiliyor. Zaten gördüğü ve bildiği şeylerin uzun uzun betimlenerek aptal yerine konulmayı tepkiyle karşılıyor. O nedenle edebiyatçının işi giderek zorlaşıyor. Bu da kurgudan, olay örgüsüne, betimlemeye kadar her şeyi yeniden gözden geçirme konusunda yazarı baskılıyor. Yazarlar artık görsele dayalı olandan çok duyuya dayalı olanı anlatmaya yoğunlaşıyorlar. Bu nedenle iyi kitap yazmak giderek zorlaşıyor, okurlar kitapta “zeka”yı görmek istiyorlar, çünkü kendileri de zekiler. Ama benim okura ulaşma gibi bir derdim yok ben has edebiyat yaparım, gerisini de düşünmem diyen yazarlar da vardır, tarih boyunca da hep olmuştur. Bu da bir duruştur tercihtir ve elbette saygındır. Yani edebiyat hayatında hayat artık çok hızlıdır, edebiyat buna duyarsız kalamaz.

8- Adil Okay, Ayhan Kavak:  Okumak ve yazmak arasında nasıl bir denge tutturuyorsunuz? Sizin açınızdan okumak mı yoksa yazmak mı önceliklidir?

Selahattin Demirtaş: Ben okumayı öncelikli görüyorum. Okumadan yazar olunamaz zaten. Ancak ben halen kendimi yazar olarak tanımlamakta zorlanıyorum, kitap yayınlatmış olmak da, çok okunmuş olmak da yazarlık için yeterli kriterler değildir. Yazın dünyasında yeni bir yol açmak, yeni bir dil yaratmak veya açılmış yolları ileri taşımak, üsluba zenginlik katmak, şimdiye kadar yazılmamış olanı, yazılmamış biçimde yazabilmek… Yazarlık budur bence. O nedenle “yazar oldum” demeden önce düşünmek lâzım, şimdilik iyi bir okurum, belki bir gün yazar da olurum. Ancak olup olmadığıma da ben değil, benim dışımdakiler karar verecek.

9- Adil Okay, Ayhan Kavak: Bitirdiğiniz dosyalarınızı yayınlatma sürecinde karşılaştığınız zorluklar nelerdir? Karşınıza çıkan engelleri nasıl aştınız veya aşmaya çalışıyorsunuz?

Selahattin Demirtaş: Özel konumum nedeniyle yayınlatma aşamasında sorun yaşamadım. Fakat maalesef hemen her mahpus yazar devasa sorunlarla karşılaşarak kitabını yayımlatabiliyor veya çoğu yayımlatamıyor.

10- Adil Okay, Ayhan Kavak: Kavramları içeridekiler ve dışarıdakiler farklı yorumlayabiliyor. Bu nedenle sormak istiyoruz. Acı, karamsarlık, irade, hasret, özlem, eziyet, özgürlük, üretim, umut, gülmek, sevmek gibi kavramları kendi bakış açınızla tanımlayabilir misiniz?

Selahattin Demirtaş:

Acı: çokça acıyı, çok sık yaşayanlar için acı denilen şey somut, elle tutulur bir maddeye dönüşüyor. Gömlek gibi, hep üstümüze sanki.

Karamsarlık: Mahpus için çok tehlikeli, gereksiz bir kavram.

İrade: Ha işte bu çok gerekli, o olmadan olmuyor.

Hasret:  En çok bunu biriktiriyoruz, sonra nereye gidiyor bilmiyorum.

Özlem: Özlemek güzeldir, hayalleri diri tutar, mahpusun gıdasıdır.

Eziyet/zorluk: Hapishanenin diğer adıdır. Mesela F Tipi eziyet, T Tipi eziyet, tipsiz eziyet gibi.

Özgürlük: Mekansız olduğu burada daha iyi anlaşılıyor.

Üretim: Hapsedilemeyen en önemli meziyetimizin, düşünme kabiliyetimizin somut sonucu.

Edebiyat: İçerdeki hayatın tamamı.

Umut: En yakınımız olan uzak arkadaşımız.

Gülmek: Gülüyoruz valla, inadına.

Sevmek: Ve seviyoruz, uğruna ölecek kadar.

11- Adil Okay, Ayhan Kavak: Bugüne değin ölmüş olan ve halen yaşayan hangi yazarla ortak bir kitap yazmak isterdiniz?

Selahattin Demirtaş: Marquez ile birlikte yazmak nefis olurdu. Paul Auster ile de yazmak isterdim. Bir de keşke Mehmed Uzun yaşasaydı ve ben hiçbir şey yazmasaydım, yazamasaydım.

12-Adil Okay, Ayhan Kavak: Elinizden gelseydi hangi roman (ya da öykü) kahramanına dönüşmek isterdiniz?

Selahattin Demirtaş: Carriere’nin “Kelebek” lakaplı kahramanı olabilir mesela.

13. Adil Okay, Ayhan Kavak: Uzayda keşfedilen yeni bir gezegende yaşayan varlıklara insanları tanıtmak, edebiyatları hakkında onları bilgilendirmek için 5 Roman veya öykü kitabı/şiir kitabı gönderilmede yetkili kılınsaydınız hangi kitapları seçerdiniz?

Selahattin Demirtaş: Dünya edebiyatından 5 kitap seçmek çok zor doğrusu. Ancak “Savaş ve Barış”, “Karamazov Kardeşler”, Çehov kesin olmalı. Kürtleri Dünyalılar tanımadı bari uzaylılar tanısın diyerek Ehmedê Xani’yi de eklerdim. Bir de Hitler’in “Kavgam” kitabını da koyardım ki insanları tümden melek zannetmesinler, bu da edebiyat dışı bir seçki olsun.

14. Adil Okay,Ayhan Kavak:  Son sorumuz: Yeni bir kitap çalışmanız var mı?

Selahattin Demirtaş: Şu anda yeni bir romanın yazımını bitirdim, üstünde çalışmaya devam ediyorum, içime sinerse belki yayınlanır. Son olarak tüm okurlara bir çağrı yapmak istiyorum:

Hapishane edebiyatına lütfen daha fazla ilgi gösterin, mahpusların kitaplarını da alın okuyun, okutun. Çünkü tahminlerinizin çok ötesinde muazzam bir emekle ortaya çıkan ürünlerdir, siz de okuyarak bu emek sürecine ortak olun. Tabii ki kendi kitaplarımı kastetmiyorum, benim haricimdeki mahpus kitaplarını almanızı teşvik etmek istiyorum, benim kitaplarım zaten bir şekilde okura ulaşıyor. Dilerim yakın zamanda tüm siyasi tutsaklarla özgürlükte buluşma imkânımız olur. Bu kitabın (söyleşinin b.n.) yayınında emeği geçen tüm arkadaşlara, Özellikle Adil Okay’a ve Tarsus T tipi Cezaevindeki tutsak Ayhan Kavak’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayhan Kavak – Adil Okay, Firari Yazılar, İçerideki yazarlarla söyleşiler, Klaros yayınevi, İstanbul, 2022.