HÜCRELER HER ŞEYİMİZİ BİZDEN ALABİLİR AMA DÜŞ KURMA GÜCÜMÜZÜ ASLA…”[i]
Türkiye hapishanelerinde 300 binden fazla tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bunların 1600’ü ressa m Aynur Epli, şair Erol Zavar, yazar Zeliha Bulut ve şair ressam Cengiz Sinan Çelik gibi ağır hastadır. İnsan Hakları Örgülerinin çağrılarına ve sağlık raporlarına rağmen tahliye edilmeyen yüzlerce mahpus tecrit şiddetine ve sansür kılıcına rağmen özgürlük taleplerini yazıyla ve mısraıyla, fırça ve tuvalle, söz ve nota ile sürdürmektedir.
Tutsak şair Cengiz Sinan Çelik"in betimledigi gibi:
“Boynumda asılıdır taze yarası öykümün!
Parmak ucuyla usulca yalazına dokundum
narçiçeği aşkla biriktirdiğim zamanın.
Kumda dillendi içimde sancıyan giz!
Devirdim asrını tırnakla kazıdığım isyanların.
Yazık! Bende ekmek buğusu suçlanır.
Budur kalbimin mahşeri!
Uslansın artık arsızlığı zulmün!”
(Cengiz Sinan Çelik’in Günaydın adlı şiirinden alınmıştır.)
Ve İlhan Sami Çomak da kaldırıp başını katılmış direniş korosuna:
““Karanlık bu! Karanlık bu!
Eski merdivenlerden inip çıktığım karanlık
Hayvan ölülerinin gözlerine yakın karanlık.
Işık denince kolum bükülüyor
Dağlarım, ırmaklarım, unuttuklarım kavuşsun sana
Ben ayrılığı yeğlerim.
Zaten boş gövdeleri
İnce uzun parmaklarımla yürüdüm
Doğum ile dönmek arasına
Gökkuşağı ile renkler arasına
Çöl ile kumlar arasına
Katılıp kalan ne varsa, onlar için
Yalnızlığı bir başkaldırı olarak aldım”
(İlhan Sami Çomak’ın ‘Ordan geliyorum’ adlı şiirinden alıntıdır)
Örnekler çoğaltılabilir.
***
Toparlayacak olursam: Yıllarca gökyüzünü, toprağı, ağaçları, çiçekleri, arkadaşlarını, sevgililerini göremeden yaşayan insanların, dışarıya yazarken « Biz iyiyiz, siz kendinize iyi bakın » demelerinin altında yatan nedenleri irdelemek, satır aralarını okumak gerekiyor. Koşullara tevekkülle katlanmak başka, hapishane gerçekliği başkadır. Mücadele ve ağır bedeller sonucu kazanılan kısmi demokratik haklar, anlık-geçici rahatlamalar olsa da, günümüz hapishanelerinde mahpuslar her gün ayrı bir yasakla - psikolojik işkenceyle yüz yüze yaşıyorlar. Mektup, gazete, kitap, görüş günleri, tedavi olanakları keyfi olarak yasaklanıyor. Örneğin bir cezaevinde serbest olan renkli kalemler, diğerinde sakıncalı sayılıyor. Kızım Öykü‘nün yolladığı balonlar, deniz kabukları ve işlemeli mendiller bazı cezaevlerinde “yasak“ denilerek mahpuslara verilmiyor. Konuyu (dönemin milletvekili Akın Birdal aracılığıyla) meclise taşıyıp, “mevzuat aynı değil mi“ diye sorduğumuzda, Adalet bakanı: “Çocuk Öykü’nün balonları hukuku gevşetir“[iv] diye, abesle iştigal yanıt veriyor. Tekmil isteme, çıplak arama uygulamaları, sürgünler, ziyaretçilere çıkarılan zorluklar, çift kelepçeli muayene dayatması, infaz yakmalar devam ediyor.
Tahliye edilmeleri “devlet çarkına“ hasta mahpuslar, gözümüzün önünde birer birer ölüyorlar.
Yasalar değişiyor, hapishane adları- harfler değişiyor, yeni hapishaneler yapılıyor ama zindan hep zindan. Ve “rehabilitasyon, topluma kazandırma“ aldatmacası gerçeklerle bağdaşmıyor.
***
Sonuç olarak: Yapılan bütün araştırmalar “hapishanelerin” suçu azaltma ve suçluyu ıslah etmeye yönelik kurulmadığını, süre uzadıkça tersinin yaşandığını ortaya koymuştur. Egemenler, tene ceza’yı kaldırıp yerine tine eza’yı, en ince - acımasız biçimde uygulamaya koysalar bile, sistemin “suç ve suçlu üretimi” ve politik mahpusların direnişi devam etmiştir.
Ancak biliyoruz ki sanatçı güzelliğin peşinden koşarken ayağına acı taşları takılır. Eğilip alırsa eli, almazsa vicdanı kanar. Elleri kanayan bu sanatçıların içeride / dışarıda akıl almaz yasaklara rağmen düşünce üretimi durmamakta, tutsak yazarların, şairlerin, çizerlerin eserleri sansüre, “kötülük mühürlerine” inat demir parmaklıkların arasından süzülüp bize ulaşmaktadır.
22 Yıldır hapishanede olan, kanser hastası şair Erol Zavar’ın bana yolladığı ve Korona Günlerinde Mahpusluk, Tutsakların Korona Günlükleri[v] adlı kitapta yer verdiğim mektubundan bir bölüm aktararak tamamlıyorum diyeceklerimi.
Özgür zamanlarda buluşmak dileğiyle.
“(…)Virüs, kara kargalar, tabut gibi bir çatı... her şeyin ölümü hatırlattığı bir ortam... biraz korku filmi sahnelerini andırıyor. Korku filminde kullanılabilecek metaforların çoğu mevcut, lakin film o kadar yavaş ilerliyor ki, seyreden filmden kopuyor, korkmayı unutuyor ya da her gün aynı korku filmini seyreden insanın artık korkacak, ürperecek sahne bulamaması, her sahneyi çözdüğü için korkmaması gibi bir durum yaşanıyor. Hapishanenin şimdiki halinin uyandırdığı da aşağı yukarı böyle bir his. Bir tabutun içinde yaşadığınızı düşünüyorsunuz, leş kargaları dönenip duruyor tepenizde ve dünyanın en kolay bulaşan ölümcül virüsü sizi bulabilir. Ama korkmuyorsunuz...”
[i] Gültan Kışanak, Firari yazılar, hazırlayanlar: Adil Okay, Ayhan Kavak, Klaros yayınevi, İstanbul 2021.
[ii] Kurucuları arasında yer aldığım Görülmüştür Kolektifi olarak yüzlerce tutsak sanatçı ile ortak projeler yaptık. Mahpus sanatçıların eserlerinin görünür olması için çaba harcadık. 10 yılda 10 ayrı temada sergi hazırladık. Yüzden fazla tutsak şair, yazar ve çizer bu sergilerimize katkı sundu. Bu sergileri kitaplaştırdık. Bunların her biri birer armağan sayıldı. Adlarına armağan kitap hazırlanacak, içerideki üretimleri ile ulusal ve uluslar arası ödüller alan daha ulaşamadığımız yüzlerce tutsak şair, yazar, sanatçı olduğunu da biliyoruz. Dileyen araştırmacı arşivimizde bulunan binlerce Görülmüştür mühürlü mektuba, içeride yazılan / çizilen resim ve karikatürlere, şiir ve öykülere ulaşabilir. Dijital ortamda www.gorulmustur.org adlı sitemizdeki devasa arşivden yararlanabilir. Orjinalleri de benden isteyebilir.
[iii] https://www.gorulmustur.org/icerik/aynura-gonderdigimiz-cizim-kalemleri…
[iv] https://guneykultursanat.org/ya-balonla-ucarlarsa/
[v] Korona günlerinde mahpusluk, Tutsakların korona günlükleri, Hazırlayan: Adil Okay, Ütopya yayınevi, Ankara 2021
- 12 gösterim