"Hava Döndü… 1 Mayıs Geldi!"

"O süreçte salonda da olsa, yılların ardından 1 Mayıs da kutlanacaktı. Benim de katıldığım 1987 1 Mayıs’ı Emek Sineması’nda yapılmıştı.  Önlerde oturmuştuk, arkadaşlarımla birlikte. O günü hiç unutamadım. Sinema lebalep doluydu. Bir ara Can Yücel sahneye davet edildi. Emekten, işçiden yana o güzelim şiirlerini okumanın ardından yerine oturdu. (…) 1980 darbesinden sonra kutlanacak ilk 1 Mayıs’ı böyle olmuştu İstanbul’da… Öğrenci gençlik de alışkanlıklarını sürdürmekteydi. Bir sonraki yıl yani 1988’de de illa Taksim’e çıkılacak dendi ve ona göre hareket edilecekti. İstiklal’ in ara sokaklarından caddeye çıkanlar 1 Mayıs’ı kutlamaya başlar başlamaz muktedirlerin sahaya sürdükleri saldırıya geçtiler. Gözaltı ve tutuklamalar da oldu elbet. Lakin kozasından çıkan kelebek uçmasını bilmişti artık."

AYHAN KAVAK

1 No'lu T Tipi Hapishanesi A-3

Siverek/Ş. URFA

***

HAVA DÖNDÜ… 1 MAYIS GELDİ!

12 Eylül silindir gibi geçmişti toplumsallaşmış insanlığın üzerinden. Ecelsiz toprağa düşürülenler, kaybedilenler, tıklım tıkış edilen mahsus mahaller, cankurtaran mültecileşenler derken zapturapt altına alınan toplum Procrustes’in karyolasından nasiplendirilmekteydi. Sisteme yönelik aykırı düşecek bir söz söylenmesi bile tehlike arz etmekteydi. Egemenler cehennemi bu dünyaya getirmiş, insanlığa kabuslar yaşatmaktaydılar. Her şeye rağmen balçıkla kapatılamayacaktı güneş. Gıdasını direnç gülü olmadan alanlar kavgadan vazgeçmeyeceklerdi. O dönemlerde insan çığlıkları ayyuka çıkmıştı zindanlarda. “Bitirdik, kökünü kazıdık anarşinin” teranesine sarılanlara karşı canlar çıplak bedenleriyle tarihe direniş notunu düşürüyorlardı. Kuşatılmış karanlık mekanlarda “yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven” özge canların vasiyetini yerine getirmek için arayışlar da bitimsizdi. Serpilmiş ölü toprak temizlenmeyi bekliyordu. Böylesi bir ortamda dört duvarlı yüreğimin şahikalarında bir şeyler olacaktı. Bunun neticesinde de mevsimler ve baharın açtıramayacağı yegane çiçek, ateş kırmızısında “Benavok Çiçekleri” olup dağları hareleyecek ve günebakanlar gibi güneşe dönecekti yüzünü.

Benavok Çiçekleri harlamıştı ateş ve umudu amma İstanbul ve diğer metropollerdeki dipten gelen dalga, kaynağını bulup yeryüzüne çıkamamıştı henüz. Bir şeyler olacağı biliniyorsa da akışın nasıl olacağı netleşmemişti. Zira korku cumhuriyeti iliklere değin işletilmişti. Yine de insanların fokurdamaları hissediliyordu. İstanbul’da 1986’da, 80 faşist darbesinden sonra ilk kez Netaş Grevi olacaktı. Üniversite gençlerinin de destek amacıyla işçilerle dayanışmaları oluyordu. Ümraniye’deki daracık sendika salonu gruplar halinde akan insanlarla tıklım tıkış oluyordu.

1980’lerin ölü toprağı serpilmiş gençleri kıpırdanıyordu. Adeta yeraltındaki magma gibiydiler. Artık Yeter denilerek bir şeyler yapmanın arayışındaydılar. Bunun sonucunda da bir kararlaşma sergilenecekti. Neticede Aksaray köprüsünün altında beşerli kortejler yapılarak başlatılan sessiz yürüyüşün menzili Beyazıt Meydanı’ydı. 14 Nisan 1987’de İstanbul’un tüm üniversitelerinden gelen iki bin civarındaki öğrenci yürüyordu. Öncesindeki endişeler aşılmış, hesapsızca Beyazıt’taki üniversite kütüphanesine değin yürünebilmişti. Tam da orada kesildi önümüz. Barikat aşılamadığından eylem oturma şekline bürünerek kararlaştırıldığı gibi bir ağızdan Zülfü Livaneli’nin “Susarlar Sesimi Boğmak İsterler” söylenmeye başlanmışken karanlıktan icazet alanlar Allah verdi demeden coplar ve kalaslarla saldırdılar. Egemenler vaveylaları boğmaya ant içmişlerdi. Elli civarı öğrenci gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Bir kez lüverden fırlamışsa mermi illa ki hedefine doğru yol almasını bilecekti öyle de oldu. O tutuklamalara karşı bu kez Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısının önünde üç yüz öğrenci bir karnaval havasında üç günlük açlık grevine başlayacaktı. Eylem boyunca aydın, sanatçı, emekçiler ve her toplumsal kesimlerden destek ve dayanışma içerisinde meydan boş kalmayacaktı. Lastik-İş gece barınmaları için açlık grevcilerine kapılarını açtı. Orada devrimci, demokratik gençlik yapılanmalarının her renginden insanlar vardı ve geniş bir yelpazede ortaklaşılmıştır. Potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüştüğü böylesi akışlar umut ve özlemleri daha bir boylandırır. Akış engellenemeden devam edecekti.

O süreçte salonda da olsa, yılların ardından 1 Mayıs da kutlanacaktı. Benim de katıldığım 1987 1 Mayıs’ı Emek Sineması’nda yapılmıştı.  Önlerde oturmuştuk, arkadaşlarımla birlikte. O günü hiç unutamadım. Sinema lebalep doluydu. Bir ara Can Yücel sahneye davet edildi. Emekten, işçiden yana o güzelim şiirlerini okumanın ardından yerine oturdu. Olanca biçimsel ve eğreti duruşuyla boynundaki kırmızı atkıyı sallayarak sahneye çıkan Yalçın Küçük ahkam kesen bir konuşmaya başladı; Bir gecede minareleri, camileri dönüştürerek kızıl bayraklar dikeceğini söyleyen Küçük’ ten rahatsız olan Can Yücel zıvanadan çıktı. Belli ki içmişti. Sahneye fırlayarak gün yüzü görmemiş küfürlerle Küçük’ ün üzerine yürüyünce alem cacık oldu. Salon sloganlarla inlerken Can Yücel’i güç bela yerine oturttular. 1980 darbesinden sonra kutlanacak ilk 1 Mayıs’ı böyle olmuştu İstanbul’da… Öğrenci gençlik de alışkanlıklarını sürdürmekteydi. Bir sonraki yıl yani 1988’de de illa Taksim’e çıkılacak dendi ve ona göre hareket edilecekti. İstiklal’ in ara sokaklarından caddeye çıkanlar 1 Mayıs’ı kutlamaya başlar başlamaz muktedirlerin sahaya sürdükleri saldırıya geçtiler. Gözaltı ve tutuklamalar da oldu elbet. Lakin kozasından çıkan kelebek uçmasını bilmişti artık.

Her 1 Mayıs’ta ısrarla Taksim’e çıkma girişimleri bir türlü gerçekleşmeyecekti. Başka meydanlarda kutlansa da Taksim’e çıkma içimde ukde kaldı. Kuşatılmış karanlık mekanda her 1 Mayıs’ta o günler ve yaşanmışlıklar yâdıma düşer. Halen özgürce çıkılamıyor Taksim’e. Fakat bir kez galiba (tarihini unuttum) 2000’lerden sonra yüzbinler o Taksim meydanına girebilmişti. Payıma TV’den izlemek düşmüştü. Dün olduğu gibi bugünlere değin 1 Mayıs’lar kutlanmaya devam ediyor. Bu yol da demokrasi güçleri ortak hareket ederek kutlayacaklarını deklare ettiler. Yarınlarda Taksim’de kutlama özlemini içinde taşıyanlar bir başka alanda haykıracaklar “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” nün erdemlerini. Zindanda kalınsa da aynı göğün altında ufkun ardındaki özgür yaşam düşleri kuracaklarla her zaman bir ve beraber olacağımı duyumsayacağım. Değil mi ki aynı düşleri hakikat kılmayı isteyenler içeride-dışarıda da olsa amaca kilitlenen yekvücut olmayı bilir. Ozan’ın dediği gibi “Diken içindedir onlar/Fakat gül gibi/Hapistedir onlar/Fakat şarap gibi/Balçık içindedir onlar/Fakat gönül gibi/Gece içinde kalmışlardır/Fakat seher gibi…” Seher gibi kalan canlarla bir olma-birlik olmanın mihenk taşlarından birinin de, coşkunun milyonlara sirayet ettiği Newroz ruhunun 1 Mayıs’larla hayata geçirilmesi olduğunu düşünürüm hep. Bunu başarmak senin, benim elimde. “Sol memenin altındaki cevahir” in kararmamasını savunmak bunu yaşamsallaştırmayı gerektirir. Bu duygu ve düşüncelerle 1 Mayıs’ınızı/Yek Gulan’ınınızı kutlarım. 1 Mayıs’ta anıları meşale olup yolumuzu ışıtan ölümsüzler için bir kırmızı karanfili de benim için bırakanlar olur mu?

Kutlu olsun 1 Mayıs/Gulan! Selam olsun direnç gülü olup kutlayacaklara.

Yüreğinizin Süveydasında Özgür Yaşam Ateşi ve Güneş Eksik Olmasın!

AYHAN KAVAK

1 Nolu T Tipi Hapishanesi A-3

Siverek/Ş. URFA