Hapishane insanı yalnızca sevdiklerinden, doğadan kısacası hayattan koparmıyor. İnsana dair neredeyse bütün aktivitelere de kalınca bir çizgi çekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Bertall Ollmen ve Tony Smith’in hazırladığı Yordam Kitap’tan çıkan “Yeni Yüzyılda Diyalektik” kitabını okurken Rosseu’dan aktarılan bir pasaj dikkatimi çekti.
Rosseu demiş ki:
“Ancak yürürken derin düşünebiliyorum. Durduğumda düşünmeyi bırakıyorum: zihnim yalnızca bacaklarımla çalışıyor… Yürümenin düşüncelerimi kamçılayan ve canlandıran bir yanı var. Belli bir yerde kaldığım zaman neredeyse hiç düşünmem; zihnimi harekete geçirmem için bedenim hareket halinde olmalı… Bunun ruhumu özgürleştiren, düşüncelerime yüreklilik katan beni sanki dünyanın enginliğine atan bir işlevi var, öyle ki korkmadan ya da kısıt koymadan onları birleştirebiliyorum, seçebiliyorum ve dilediğim gibi kendime mal edebiliyorum.”
Rosseu’nun adımlarımız ve zihnimiz arasında varolan bağa ilişkin söylediklerini hapishanede uygulamak çok zor.
Zira hapishane insanı yalnızca sevdiklerinden, doğadan kısacası hayattan koparmıyor.
İnsana dair neredeyse bütün aktivitelere de kalınca bir çizgi çekiyor.
Demir parmaklıklar, gri beton duvarlar, NATO telleriyle kuşatılmış bir avuç gökyüzü bu soğuk ve kalın çizginin somut karşılığı, daha doğrusu ta kendisi oluyor.
Metrekarelere belirlenmiş tutsak yaşamlarımızda atacağımız adımlar bile sınırlandırılmış.
Yani buralarda ayağınızın toprağa basabileceği uzun yürüyüşler yapmak…
Uzun yürüyüşlerde, derin düşüncelere dalmak bile sadece bir istek, bir özlem oluyor!
Havalandırmada birkaç adımda çirkin beton duvara çarparak adımlarınızın kesilmesini istemiyorsanız; dikdörtgen havalandırmada bir daire şeklinde yürümeniz gerekir.
Düşünmek ya da yürürken düşler kurmak isteyen, adımlarının ve düşüncelerinin beton duvarda kesintiye uğramasını istemeyen mahpuslar voltalarını böyle atarlar.
İstisnalar bir yana, voltanın hızı ile düşünme eylemi arasında bir doğru orantı bulunur.
Adımlarınızın hızı arttıkça düşünceleriniz.
Düşünme hızı arttıkça adımlarınız hızlanır.
Ancak bir süre sonra dar alanda dönmenin baş dönmesi ve yürürken vücut ağırlığının içte kalan bacağa yüklenmesinin yarattığı fiziksel rahatsızlıklar sizi daldığınız derin düşüncelerden de…
Güzel düşlerinizden de uyandırır.
Ayrıca birkaç metrekare ile sınırlandırılmış tutsak yaşamlarımızın faturası sadece derin düşünceler ve düşlere dalmamızı önlemekle sınırlı da değil.
Bir süre sonra bacak kaslarınızın eridiğine de tanık oluyorsunuz buralarda.
Spor yaparak kendimizi hızlı voltalara vurarak size konulan sınırlara meydan okursanız da…
Başka şeylerin olduğu gibi, yürümenin tadını da alamazsınız hapishanede.
Birazdan bu yazıya noktayı koyup, güzel bir Temmuz akşamını karşılamak üzere, havalandırmada erik ağacının, sarmaşıkların, limonun ve akşam sefalarının dallarını okşayan rüzgar eşliğinde…
Şairin dediği gibi:
“Hani bir dışarda olsam hep yürürüm, durmam!” tadında kendimi voltaya vuracağım.
Yanımda düşlerim…
Yanımda ömrüm…
Yanımda Akocan ve tüm sevdiklerimle…
Yürüyeceğim, yürüyeceğim, yürüyeceğim!.. (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 6 Temmuz 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane
Kaynak: bianet.org
- 4 gösterim