Adil Okay
Gülazer… Bir ağır mahpus… Ve bir yeni roman
Gülazer Akın. 1975 Bitlis ili Ahlat ilçesi doğumlu bir ağır mahpus. Çocuk yaşta katılmış özgürlük mücadelesine, genç yaşta girmiş mahpus damına. 1996’dan bu güne tam 18 yıldır zindanda. Deyim yerindeyse mahpusta büyümüş. Ama yıllar onun onurlu inadından hiçbir şey eksiltmemiş. İlk gençlik yıllarının idealleri, "geçici heves" olarak kalmamış. Özgürlük ve eşitlik sevdası kendi gibi yasaklara, tecride ve F tiplerine rağmen büyümüş. Mektuplarla başladığı yazı serüveni giderek onu yazar kılmış. Bıkmadan, biteviye okumuş ve yazmış. Mektup, makale derken şimdi de karşımıza bir romanla çıktı Gülazer.. Okuduğumda beni saran-sarsan bir romanla. Kürt kadınının, Türk kadını gibi "kimi geleneklerden" çok çektiğini, patriarkanın mazlum halklar arasında daha güçlü olduğu gerçeğini, hem devletin hem babaların ve kocaların, yani erk'eklerin uyguladığı sistematik işkenceyi "Dilber'in" diliyle cesaretle ele almış. Üstelik didaktik değil, akıcı bir dille, estetik boyutu ihmal etmeden.
"Değerli Adil abi, (…) Doğru çocuğum yok. Biz neredeyse çocuktuk içeri alındığımızda. İçerdekilerin birçoğu duvarlara baka baka büyüdüler ve olgunlaştılar. Duvarlar çürüdükçe biz olgunlaştık. Sonra duvarlar yaşlanıp sıvanmaya, bizde aklaşmış saçlarımızı boyatarak beyazları yalanlamaya başladık. Gelip baksanız çoğumuz hâlâ çıkıp geldiğimiz çocuksu zamanımızı yaşıyor. Biz içeri girdiğimizde kundaktaki kardeşimiz, yeğenimiz şimdi koca insan oldular. Bizler sadece bu olanları zindanın küçük penceresinden izliyorduk. Her geldiklerinde şaşkınlığımız aynı oldu, zamanın hızını göremeyen bizler 'ya sen ne zaman bu kadar büyüdün' dedik. Bu imkansız bir haksızlık duygusu yaratıyor insanda…"
Diye yazmıştı bir mektubunda Gülazer Akın. Mektubu okuyunca, bu hüzünlü yaşam öyküsünü ancak bir yazar veya şair böyle damıtılmış sözlerle betimleyebilir demiştim. Yazar, o soluk hücrelerde, boyalı kalemlerin bile yasaklandığı zindanda, kanını mürekkep yapmış, olmayan renkleri bulmuş, duyulmayan sesleri hissetmiş ve sonuçta güçlü bir romanla çıkmış karşımıza. "Katlanmak zorunda kalan ülkemin kadınlarına" notu ile başlayan "Tencerenin Dibi" adlı eser, okuyanı soluk soluğa bırakacak bir roman. Gülazer'in dilini, "Dilber'in sağ gözünü" ve "öteki coğrafyanın kadınları"nı keşfetmek için bu roman okunmalı…
Romandan değil ama geçen yıl yazardan aldığım başka bir mektuptan bir alıntıyla bitiriyorum: "Adil abi, İyiyiz genel anlamda. Kışın bitmesine az kaldı, öyle düşünüyoruz. Çatıdaki kar yağdığı gibi eriyorsa, kış geldiği gibi gidecek. Tutsaklığımıza da çok kalmadı. Babam ilk ceza aldığımda 'merak etme gözünü aç kapat otuz yıl geçer' demişti. Doğru söylemiş. Babalar hep doğru söyler. 17 yıl geçti. 13 yıl kaldı. Onun da geçmesine gerek yok. Biz çıkacağız bu yıl. Valla ille de çıkacağız diyoruz arkadaşlarla. Umutluyuz ama temkinliyiz de. Gelip Öykü’yle uçurtma uçuracağız. O bize uçurtma biriktirsin. En uçsuz bucaksız yerlere gidip koşacağız, öyle uçuracağız. Duvar, bina, kapı, beton istemiyoruz. Yakınlarımızda sadece mavi gökyüzü olsun. Yani sadece özgürlük olsun, başka şeye ihtiyacımız olmaz."
Künye: Gülazer Akın, Tencerenin Dibi, Favori Yayınları, Ankara, Aralık 2013.
- 6 gösterim