Birçoğunun öyküsünde şiddet var: AKP’nin Cezaevi Karnesi Dosya-3

Türkiye’de kadınların kaldığı cezaevlerinin büyük bir kısmında ve koğuşlarda ciddi sorunlar ve hak ihlalleri yaşanıyor. Birçok adli tutuklu kadın cezaevine girerken başka şiddet öyküleriyle giriyor. Bunlara en iyi örnek ise Çilem Doğan, Yasemin Çakal ve Nevin Yıldırım’dır. Üç kadın da kamuoyu tarafından bilindiği gibi kendine şiddet uygulayan erkeklere karşı özsavunma haklarını kullandıkları için cezaevine giriyor. Elbette devletin payı oldukça fazla. Hükümetin kadına yönelik politikası sonucu ülkedeki kadın cezaevleri dolup taşıyor ve hükümet yeni cezaevi açacağı müjdesini veriyor. Siyasi ve adli olarak ayırdığımızda iki kategoride kadınların maruz kaldıkları ihlaller farklılık gösterse de sonuç olarak aynı politikanın uygulandığı görülüyor.

Uyuyan-uyutulan kadınlar ordusu

Kadın tutuklarla ilgili çalışmalar yürüten Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’den (CİSST) Avukat Ezgi Duman, adli tutukların maruz kaldıklarını bizimle paylaştı. Cezaevlerinin şeffaf ortamlar olmadığını vurgulayan Duman, “Bilgi edinme başvurularımızın çoğuna cevap alamıyoruz” dedi. Şiddete maruz kalan ve şiddet öyküleriyle cezaevine giren kadınlara psikolojik destek verilmediğini bundan kaynaklı yüzlerce tutsağa 1 psikolog düştüğünü belirten Duman, “Ve bu ilgilenmek oluyor aslında. Öyle olunca da çoğu zaman ruh sağlığı sorunu olan mahpus başvurduğunda antidepresan veriliyor” dedi. Bir siyasi kadın tutsağın kendisine yazdığı mektubu anlatan Duman, “Hapishanede uyuyan kadınlar ordusu var demişti. Siyasilerin biraz daha farklı bir durumu var, ama adli kadınlar bakımından bunu çok net söyleyebilirim. Hapishanelerde uyuyan kadınlar ordusu var’ şeklinde bir şey yazmıştı mektubunda. Bu gerçekten çok vahim bir durum” şeklinde konuştu.

Keyfi cezalar uygulanıyor

Adlilere mektup yazmaya, görüşmeye çalıştıklarını ne yazık ki elde edebildikleri verilerin sınırlı olduğunu söyleyen Duman, yaşanmış bir gerçekliği anlattı: “Geçen sene mektuplaştığımız bir kadın vardı. Çocuğu 16-17 yaşlarında Birezilyalı, kadın çok ciddi şekilde mobinge maruz kalıyordu. Psikolojik şiddet yaşıyordu idare tarafından, bize başvurdu. Biz başvurduktan sonra bu şiddetin derecesi ne yazık ki arttı. Daha sonra biz onun yaşadığı şiddetle ilgili başvurular yaptık. Açık hapishanede normalde açık hapishanede olduğu için, izin hakkı olmasına rağmen izin hakkı yandı. Çocuğu Birezilya’dan kalkıp buraya gelmiş. Onca masraf yapmış. Kadının izin hakkı yandığı için izin hakkının sebebi ise gerçekten psikolojik şiddete maruz kaldığı için tepki göstermesiydi. Çocuk annesini göremeden geri dönüyor. Yani tamamen hapishanenin keyfi bir biçimde disiplin cezası vererek izin hakkının öldürmesinden kaynaklı.” Duman: “Mesela mektup yazıyor kadın, size söylemek istediğim çok şey var ama mektupta söyleyemiyorum diyor. Disiplin cezası almaktan korkuyor. Daha fazla şiddetin artmasından misillemeden korkuyor.”

Krizi yönetmek!

Yazışmalarından çıkardığı veriyi paylaşan Duman, “Yazıştığım az sayıda kadının içerisinden tamamı, kendisine şiddet uygulayan erkeğe şiddet uyguladığı için hapishaneye girmiş” dedi. İlaç kullanmak istemeyen tutuklunun kendisine, terapi görmek istediğini yazdığını kaydeden Duman şöyle anlattı: “Maphus: Psikolojik sorunlarım var. Terapi görmek istiyorum. Ama ben psikoloğa gittiğimde her seferinde psikiyatriste sevk ediyor, psikiyatri de bana ilaç yazıyor. Ben ilaç kullanmak istemiyorum” yazdığını söyledi. Ancak personelin ilaç vererek kolayı seçtiğini belirten Duman, bunun adının kriz yönetmek olduğunu vurguladı.

Yaşadıklarının adı: İşkence

Cezaevlerinde hak ihlallerin başında gelen çıplak arama işkencesi neredeyse tüm cezaevlerinde uygulanıyor. Bu konuya da dikkat çeken Duman, siyasilerin bunu işkence olarak gördüğünü ve tepki geliştirdiklerini ancak adli tutuklularının bunun bir işkence ve taciz olduğunun farkına bile varamaya bildiklerini söyledi. Yaşanılan bir olayla durumu örneklendiren Duman, “Siyasi bir mahpus, Sincan Cezaevi’n de, yaşan olayı yazdı. Adli bir maphus. 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu var. Hastane ya da mahkeme gibi bir yere gidecek. O sırada kadının iç çamaşırı ötüyor. Daha sonra kadının kabine girmesi isteniyor. Kadın kabine giriyor, pantolonunu, sütyenini çıkarıyor, üstünü çıkarıyor ve bir çarşafa sarılıp, muhtemelen sadece alt çamaşırıyla kalmış kadın, çarşafa sarılıp geçiriliyor. Bu olay erkek jandarma ve erkek infaz koruma memurlarının önünde gerçekleşiyor. Daha sonra çocuk da soyunmaya başlıyor, oradaki personel gülüyor. Komik bir şeymiş gibi. Siyasi mahpuslar tepki göstermek istiyorlar. Kadın ve çocuk ciddi bir şiddet yaşıyor. Çocuk istismarı, kadına yönelik cinsel taciz var. Ama onun bir şiddet olduğunun kadın farkında bile değil. Suç işleniyor ve çoğu zaman adli mahpuslar bunun farkına bile varamayabiliyor.”

Cezaevlerinde emek sömürüsü

Cezaevlerinde zorla çalıştırma Türkiye’nin 1997 yılında cezaevlerindeki reform hamlesiyle başladı. Devlet bir yandan siyasi tutsaklara yönelik tecrit politikasının temellerini atarken, diğer yandan adli tutukluları da çalıştırmanın alt yapısını oluşturdu. 2002 yılında değiştirilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasa ile cezaevlerinde zorla giydirme, yedirme gibi zorunlulukların yanı sıra “zorla çalıştırma” da getirildi.

Zorla çalıştırılmaya karşı çıkana ‘ceza’

Cezaevleri birer fabrikaya dönüşmüş durumda, ciddi bir emek sömürüsü de var. Birçok cezaevinde bu duruma mecburiyetleri olanlar sessiz kalırken, sömürüye karşı sesini yükseltenler ise cezalarla tehdit ediliyor. Zorla çalıştırma, cezaevlerinde L tipi cezaevlerinin yapımına başlandığı 2000 yılından bu yana devam ediyor. Bunun en yakın örneği ise Denizli Bozkurt Açık Kadın Cezaevi’nde yaşandı. Kadın tutuklulara yaptırılan ürünlerin başında ise askeri elbise geliyor. “Cezasının” üçte ikisini kapalı cezaevinde çeken bir kadın, iyi halli olduğu gerekçesiyle açık cezaevine alınıyor. Kadın tutuklu, Denizli Açık Cezaevi’ndeki tekstil atölyesinde zorla çalıştırılmayı kabul etmediği için “iyi halli” niteliğini kaybettiği gerekçesiyle kapalı cezaevine konuluyor. Zorla çalıştırmak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olmasına rağmen, hükümet  diğer sözleşmelerde olduğu gibi bu sözleşmeye de uymuyor.

2016 yılında, Cezaevleri Genel Müdürlüğü Türkiye’de 6 bin kadının tutsak olduğunu açıklamıştı. Cezaevlerindeki kişi sayısı ve dağılımı şöyle: 6 bin 468’i kadın, 170 bin 759’u erkek, 2 bin 384’ü çocuk. Cezaevlerinin toplam kapasitesi 180 bin 176. Şu an cezaevlerinde bu rakamın çok daha üstünden kişi bulunuyor. Cezaevlerinde 27’si ağır 72 hasta kadın tutsak var. Türkiye’de 600’ü aşkın cezaevinden sadece 4’ü kadınlara özel. Ancak bu kadın cezaevlerinde yöneticiler başta olmak üzere personelin büyük bir kısmı erkektir. (Verilerin içerisinde 2017 yılı bulunmamaktadır.)

BİTTİ

Kaynak: Özgürlükçü Demokrasi