"Bir de zindanlarda, tecridin koyu karanlığında ‘duyguları umutlarına aşılı’ koşturanların, yığınla tarihe tanıklık etmenin gücüyle ışık saçmaktan vazgeçmeyenlerin tarihini; dışarıya-dışarıdakilere yeterince duyuramadığımıza. Yine de Süleyman Okay’ın bize tercüman olan mısralarının ardından Hasan Hüseyin yolumuza eşlik etmeye devam edecek: “biliyorum\ matarada su\ torbada ekmek\ ve kemerde kurşun değil şiir\ ama yine de\ matarasında suyu\ torbasında ekmeği\ ve kemerinde kurşunu kalmamışları\ ayakta tutabilir...”."
İçeriden Dışarıya-Dışarıdan İçeriye Fotoğraf Köprüsü'yle, Yanımızda Olamayanlarla Batman’dayız... !
İnsanlığın manevi onurunu oluşturan neredeyse herşeyin küresel bir sapkınlıkla talan edildiği zamanlardayız. Alışamadık-alışamayacağız. Bir telefonun içerisinde bütün dünya; bir parmak ‘kınıyorum’ diyerek kan-ölü tuşlarken, göz parıltılı dünyalarla kamaşıp onu da beğenivermekte. Bilgi akışı jet hızında, bilgiyi birbirimizle gerçekten insanca paylaşma halimiz ise frensizce buz üzerinde kaymakta. Manevi dünyamız büyük bir hızla-sapkınca talan edilirken, her şey yaşandığı anda-saniyesinde anıya dönüşecek takat bırakılmadan tüketilirken biz; yeni kuşakların yüzlerinde dolu dolu gülümsemeleri, umudu dahi yakalayamayışımızın ürpertisi, tedirginliği, kaygıları içerisindeyiz. Azız çok azız, ama biliyoruz; alışamadık-alışamayacağız.
“Duyguları umutlara aşılı” olan kuşaklardan olduk, şanslıydık! Bunun ne demek olduğunu tanıyabildik, şanslıydık! Umutlarımızı zamana-koşullara göre yeniden yeniden yoğurmakta zorlansak da, hala duygularımız umutlarımıza aşılı koşturabilmekte, şanslıyız.
Görülmüştür Ekibi ve Redfotoğraf Grubu, yaklaşık 6 ay kadar önce yoğun emeklerle İçeriden Dışarıya-Dışarıdan İçeriye Fotoğraf Köprüsü Projesi'ni tamamlamışlardı. Fotoğraf Köprüsü önce Mersin’de, sonra İstanbul’da, ardından Adana ve Urfa'da kuruldu. Şimdi de sıra 19 Mayıs’ta Batman’da.
Ben de dahil olmak üzere bu sergiye tanıklık yapmaya canatanlar, en çok da; iletişim engellerinin ızdıraplı terlerine direnip, yüzlerindeki gülümsemeyi teslim etmeyerek ürünlerini bu projeye katan politik tutsaklar orada olamayacaklar.
Fotoğraf Köprüsü 19 Mayıs’ta Batman’a kurulacak! Batman’da Hısn-ı Keyfa'nın (Mağaralar Şehri-Hasankeyf), Emeviler’den Abbasiler’e, Eyyubiler’e, dillerden-dinlerden-kültürlerden kalan izlerin; Ilısu Barajı’nın getireceği milyonlarca Dolar kar hesaplanarak yerle bir edilişine içimiz çaresizce burkulacak. Avrupa ülkelerinde savaşta çökmüş bir caddenin bile, eski halinin hatırlanması için aradan yüz yıl geçmesinin ardından ışıklarla belirginleştirilişine tanıklık ederken; Anadolu-Mezopotamya topraklarının büyüleyici tarihsel zenginliklerinin hoyratça tepildiğine hayıflanacağız.
Sadece bu yüzyılların yadigarı tarihsel izlerin yokedilme pervasızlığına mı? Yazılmamış-adı bile duyulmamış, ya da yazılması dahi yasaklanmış-yazıldığı halde yokedilmiş nice tarihlere... Bir de zindanlarda, tecridin koyu karanlığında ‘duyguları umutlarına aşılı’ koşturanların, yığınla tarihe tanıklık etmenin gücüyle ışık saçmaktan vazgeçmeyenlerin tarihini; dışarıya-dışarıdakilere yeterince duyuramadığımıza.
Yine de Süleyman Okay’ın bize tercüman olan mısralarının ardından Hasan Hüseyin yolumuza eşlik etmeye devam edecek: “biliyorum\ matarada su\ torbada ekmek\ ve kemerde kurşun değil şiir\ ama yine de\ matarasında suyu\ torbasında ekmeği\ ve kemerinde kurşunu kalmamışları\ ayakta tutabilir...”. Dr.Ayhan Kavak parmaklıkların ardından haykırmaya devam edecek: “Zira şiir kristalize olmuş edebi verimlerin kraliçesidir”. Ve yine Hasan Hüseyin bu koroyu canlı sesiyle güçlendirecek: “göz gözü görmez olmuş\ tek bir ışık bile yok\ yürek bir yaralı şahindir\ döner boşlukta\ belki bir şiir\ bir şiir kırıntısı\ çalar kapımızı umutsuz karanlıkta\ yoklar yüreğimizi\ eğilir yaramıza\ dağıtır korkumuzu\ ve karşı tepelerden\ gürül gürül bir kalk borusu...”.
Ardından o Hısn-ı Keyfa diyarlarına; 55 fotoğraf, fotoğrafçıların deklanşöre basan parmakları-anları\ 55 tutsak, bunların fotoğraflara elleri değdiğindeki anları-duyguları dökülmeye başlayacak...
Son aylarda sayısız yazıda alıntı olarak aktarılan, Hannah Arendt’in nice katliamların, savaş tarihlerinin, tanıklığını yaptığı nice anların ardından süzdüğü şu satır aramıza giriverecek; “Otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en kesin yolu kahkahadır”. Zeynep Avcı’nın Tülin Şahin Okay’a yazdığı Görülmüştür’de yayınlanan mektup capcanlı dile gelecek; “biz bunu çok iyi biliyoruz. Yakalandığımız andan, tek hücrede devirdiğimiz yıllara inat. Galiba biz kadınlar nerede olursak olalım yaşamı bir kahkaha tadında yaşamaya devam edeceğiz. Acıdan kentler yaratmaya çalışanlara inat gülebilmeliyiz de diye düşünüyorum...”. Yeni tutsak düşen Gülhanım Aslandoğan’ın mektubundaki satırlar bunu hemen teyitedecek; “Evet artık tutsaktım... kapı açılıp içeri girdiğimde karşımda birbirinden güzel, gülüşlerinde özgürlük kokan 11 kadınla karşılaştım...”.
Ve bizim 'umutlara aşılı duygularımız', başlayacak; “Arendt’ten alıntı yapanlar, Zeynep Avcı’nın Görülmüştür pankartı üzerindeki fotoğrafını sembol olarak alabilseler. Ya da nice tutsağın böylesi anları sembolleştirilebilse. Tecritte insan; insana özlemi-sevgiyi, yaşama-direnme umudunu, parmaklıkların arasından takliden savuramaz. Yani tecritte rol icabı dahi olsa, böylesine dolu dolu gülünemez. Bu gülüşleri teslim etmeyen tutsakların, tüm yalnızlıklara-duvarlara inat, yine-yeniden yeniden yeniden, tükenmeden beslemeleri gerekir kendilerini” umutlarının ardına takılmaya.
Ve bütün bu sayısız ses renkleri-tarihlerinin altı, bu Proje’yi önce fikir, sonra emek süreci olarak cisimleştirenlerin sesleriyle çizilmeye devam edecek:
“Hapishane Edebiyatı” kavramı tartışmalıdır. Zira biz zindandaki tutsaklaran hep ve sadece “içeriyi” anlatmalarını bekleriz. Ya da içeriden bir gözle “dışarının” anlatılmasını. Oysa politik tutsaklar anı bohçalarını asıl olarak dışarıda doldurmuşlardır. Bu anlamda “dışarıyı”da “içeri” gibi anlatacak birikimleri vardır... Zindanda, o betimlemesi zor koşullarda üretmek ve “sanat” yapmak ise ayrıca takdir hakeder.”-Adil Okay-
“Özgürlük; mutlak ve koşulsuz, bireyin Zaman ve Mekan içerisinde soyut ve somut durumlar yaşamasıdır. Nesnel gerçeklikten öznel gerçeklikler üretmesidir. Bu durumu topluma çevirdiğimizde insanların dışarıda olanlarını “özgür”, içeride olanlarını “tutsak” olarak tanımlarız. Halbuki dışarıda beyni tutsak, içeride bedeni tutsak bir toplumsal yapının örüldüğünü görüyoruz... Bizler fotoğraf makinesine dokunamasalar da, fotoğraf çekemeseler de anlam üretmeyi bilinç düzeyine çıkaranlara ancak şükranlarımızı sunabiliriz...”-Özcan Yaman-
İnsanlığın manevi onurunun talan edildiği böylesi bir dönemde; yoğun bir emek süreciyle, küçücük ama değer biçilemez bir ONUR YUMAĞI'nın umutlarına takılıyor duygularım. “İyi ki böyle bir düşünce doğdu. İyi ki onca iletişim engeli içerisinde, bunu gerçekleştirmekten geri adım atmadılar. Ve iyi ki bu Proje’nin tam başlangıç aşamasında karşılaştım Görülmüştür’le” deyip deyip gülümsüyorum. Ve her seferinde tutsaklara bunu aktarmanın inanılmaz heyecanını taşıyorum. Çünkü alacağımız yanıtların bizi kendimize getireceğinden, temizleyeceğinden eminim.
Dünyanın maddi-manevi talanlar diyarına dönüştüğü, ‘duyguları umutlara aşılı’ yürüyenlerin dilediğimiz kadar çoğalamadığı bu zamanlarda: İYİ Kİ VARIZ...
Ganime Gülmez
- 13 gösterim