Adil Okay yazdı: Salim Turgut’un ’Ömrüne Sığamayanlar’

‘’Bugün ‘demokrasiye geçildi’ masallarının anlatıldığı ülkemizde, başta F tiplerinde olmak üzere tüm hapishanelerde ‘Ten’e ceza yok’ denilirken, Tin’e eza tüm şiddetiyle sürmektedir. Sistemin, ‘mübalağa’ sözcüğünün yetmeyeceği insafsız izansız, insanlık dışı uygulamaları biçim değiştirerek devam etmektedir.’’ 

Yazar ve gazeteci Salim Turgut’un kuşağı, genel kabul gören ifadeyle “78 Kuşağı” uzun bir dönem kendi acılarını ti’ye aldı. Kendi acıları yerine başkalarının acısını yansıttılar mektuplarında ve/veya yazılarında. ‘Biz iyiyiz’ dediler hep. ’Biz iyiyiz’ dedik. Zindanda-hücrede de olsak, savaşın içinde her an bir uçak saldırısı ya da havan topuyla ölebileceğimizi de bilsek, dilsiz, pasaportsuz, parasız çırılçıplak ortada -araf’ta- da kalsak, sürgünde de yaşasak, ‘İyiyiz’ dedik. Yaralı yanımızı gizleyip, gülerek pozlar verdik. Yazdığımız mektuplara da, yolladığımız fotoğrafların arkasına da, ‘Biz iyiyiz, siz kendinize dikkat edin’ diye not düştük.

Uzun yıllar önce ağzımdan dökülen bir cümlenin aforizma sayılabileceğini söylemişti arkadaşlarım. O da şuydu: “Bir hayata, bin hayatı sığdırdık…” Salim Turgut’un Kibele yayınları’nda çıkan kitabına verdiği isim de aynı anlama kapı aralıyordu: “Ömrüne Sığamayanlar”… 

Hapishane yıllarından kesitler

Turgut’u tanıyanlar bunun bir metafor olmadığını bilirler. Tersine biz yaşadıklarımızı –ara sıra dost sohbetlerinde fıkralaştırdığımız anı kesitleri dışında-kolay kolay anlatmayız. Askerlik anısı gibi bıktıran, abartan, başkasının yaşadığını kendi yaşamış gibi anlatanları da hoş görürüz. O da karanlık yıllarda travma yaşamıştır diye düşünür, sabırla dinleriz. Salim Turgut’la 12 Eylül 1980 darbesi öncesi, Mersin hapishanesinde bir açık görüşte tanıştım. (O dönemde F tipleri yoktu. Ve açık görüşe dileyen herkes girebiliyordu.) Aynı davadan yatan Selman Altınöz’ün ziyaretine gitmiştik. Altınöz ve Turgut’un da içinde olduğu grup, firar hazırlığındaydı. Biz dışarıdan nasıl lojistik destek sunarız diye durum değerlendirmesi yapmıştık. Ama ne yazık ki firar için tüm hazırlıklar tamamlanmışken “Mersin cezaevi yandı ve tüm mahpuslar başka kentlere sevk edildi” haberi geldi.

Ve Salim Turgut ancak 12 yıl sonra özgürlüğüne kavuşabildi. Üstelik en zor dönemde, 12 Eylül karanlığında geçirdi tutsaklık yıllarını. Sırasıyla Mersin, Burdur, tekrar Mersin, Adana / Ceyhan zindanlarında aklın sınırlarını zorlayan işkenceler yaşadı. Fiziki işkencenin yanı sıra tek tip elbise, görüş günlerinde tek dil, tek tip marş dayatmaları, sayımlarda “komut”, sürgünler, hücreler.

Salim Turgut dışarı çıkınca bıraktığı yerden devam etti doğru bildiği dava için çalışmaya. Hayata yeniden tutundu. Bedel ödeyen tüm 78’lilerin şu veya bu biçimde yaşadığı ve hatta kimilerini hasta ettiği karabasanları yendi. Ayakta kalmayı ve kendini yeniden üretmeyi başardı. Edindiği örgüt tecrübesini bir zamanlar yıkmaya çalıştığı sistemin hizmetine sunmadı. Tersine en zor dönemde, yargısız infazlar zamanında Özgür Gündem’de gazetecilik yaptı. Haber, röportaj derken makaleler yazmaya başladı. Makalelerinde, örneklemek babında yaşadıklarından kesitler aktardı. Ve günün birinde ısrarlara dayanamayıp uzun hapishane yıllarının kesitlerinden oluşan “Ömrüne Sığamayanlar”ı yazmaya başladı. 

Tarihe not düşen eser

Turgut, okuyanları dehşete düşürecek anılarının bir bölümünü sade bir dille, gerçeğe sadık kalarak kaleme almış. Abartmadan. Yeni kuşak, kitapta mübalağa olduğunu düşünebilir. Ama mübalağa Turgut’un yazdıklarında değil, o dönemde ona ve bir bütün olarak politik tutsaklara reva görülen uygulamalarda vardı. Ten’e ve Tin’e, ‘mübalağa’ sözcüğünün açıklamakta yetersiz kalacağı eziyet vardı. Onlara yaşatılanlar bir özürle ya da göstermelik bir yargılamayla geçiştirilemeyecek kadar ağırdı. Edebiyatın kaldıramayacağı kadar da sert hakikatlerdi.

Ve bugün “demokrasiye geçildi” masallarının anlatıldığı ülkemizde, başta F tiplerinde olmak üzere tüm hapishanelerde –Ten’e ceza yok denilirken- Tin’e eza tüm şiddetiyle sürmektedir. Sistemin, ‘mübalağa’ sözcüğünün yetmeyeceği insafsız-izansız, insanlık dışı uygulamaları biçim değiştirerek devam etmektedir.

Kitap elime ulaşınca “Ne de iyi yapmış kadim dostum, iyi ki ısrar etmişim, iyi ki ısrar etmiş dostları” dedim. Bu ısrar sonucu tarihe not düşen bu eser ortaya çıkmış oldu. 

Önsöz de söylenen

“68’in hemen ardından gelen ve ülkemizdeki dinamiklerin somut yansıması olarak gün yüzüne çıkan 78 kuşağının tarihsel süreçteki hakkı henüz teslim edilmedi. Türkiye tarihinin en karanlık / aynı zamanda en aydınlık sürecini yaşayan bu kuşak, parçalanmış zamanlara sığdırılmış hayatlar yaşadı. Bu kuşağın insanları hiç bir zaman elinde çiçeklerle köşe başlarında yüreği hoplayarak sevgilisini bekleyen olmadı / olamadı. Tarihsel koşullar bu sürecin yaşanmasına hep engel oldu. Bu kuşağın aşkları da oldu; hep yarım kalan / erişilemeyen ya da erişilmekten özenle kaçınılan. Bu kuşak, tarihin üzerlerine yüklediği ağır yükün sonucu gencecik yaşlarında, yaşlarından büyük işler yapıp sorumluluklar üstlendi. Birçoğu bilgiye olan açlıklarını kendi kendilerine araştırarak gidermeye çalıştı.”

Salim Turgut’u hem üslubu, hem anlatım zerafeti nedeniyle kutluyorum. Hem de birçok insanın yapmaya cesaret edemediğini yaptığı, resmi tarihin yalanlarına karşı gerçek tarihin yazılımına katkı sunduğu için.

“Marifet iltifata tabidir” özdeyişi vardır. Dolayısıyla Turgut, bu iltifatı fazlasıyla hak ediyor. 

ADİL OKAY

16.03.2015

[email protected] 

Kaynak: www.yeniozgurpolitika.info

Künye: Salim Turgut, “Ömrüne Sığamayanlar”, Kibele yayınları, 2013, İstanbul.