ZİNDANDA BAŞ EĞMEDEN HAYATINI KAYBEDEN YAŞAR DERE (SABRİ) İÇİN

“O bir özgürlük havarisiydi. Cem ve semahlardan feyzini almıştı. Dede ve ozanların sancılı yüreğinden dile gelen deyiş ve türkülerle beslenen direniş ruhunu içselleştirmişti. Kentler ona dar geliyordu artık. Hatırlarım. 1996 yılının Şubat ayında Akdağ gücü çatışmaya girmiş, akabinde bulunduğum Şehit Remzi alanına manevra yapmışlardı. O vakit anestezisiz Sabri hewalin kolundan kurşunu çıkarırken, dingin hali gözlerimin önünde asılı durur. Tedavinin ardından, ağır kış koşullarına rağmen birlik olarak Akdağ’a geri dönüp, bölgeyi boş bırakmayacaklardı.”

Kan deryası ülkemde kıyım, kıran ve katliamlara karşı destansı direniş sergilemeye devam ettiği dönemde, 1 Eylül 2014’ün Dünya Barış Günü’ne girecektik.

Kaç zamandır canlar daha bir ecelsiz toprağa düşmekte. Kadın, çocuk demeden vahşete gark edilmiş Kürdistan’da, aç-susuz, çıplak bedenleriyle yollara, çöllere, dağlara, sahte sınırlara vurulmuş durumda.

Ve canlar, canlarımız varlık-yokluk denkleminde kavgaya girişmekte. Yegâne seçenek, utku kazanmanın bilincindeler. Yürekler bedenlerin önünde kavgaya katılmakta yiğit insanlar…

Yaşana gelen işte böylesi can pazarında, zindanın birindeki hücrede özge bir can çığlığa kesilip yıldızlaşacaktı. Ne yazık halkımıza ve insanlığa reva görülen hep çığlık olacaktı. Elbet gün gelir düşbazların özgürlük yürüyüşü serencamına erer ve o gün kırp diye kesilir gök kubbeyi saran dünyanın vicdanı olan çığlık!

Bilgelik, “Çığlık atmayacak halde olmalıyız” der. O günlere olan umut ve özlemlerimiz her dem harlanırken, vakitsiz bir yıkım gibi Yaşar Dere hewalimizi ölümsüzlüğe uğurladık. Duymayan kulak, görmeyen göz ve konuşmayan dillere karşı abideleşen direnç gülümüz Pir Yaşar hewalimiz geride anı, özlem ve umutlarını yoldaşlarına yadigâr bırakırken özgür ruhunu Nurhakların parçası kıldı. Dağın hakikatinde, kırk kapılı sırrın cevherinde eriyip erenlere karıştı…

Bir an olsun düşündünüz mü kimdir YAŞAR DERE diye? Sizler için sadece bir isim mi? Zindanda yitip giden bir canın ölüm çetesine eklenen istatistikî bilgi mi? Duydunuz mu Yaşar hewalimiz sırra kadem bastı! Duyarsızlaşan beyinler algılayamaz elbet. Yakından tanıyanlar ve yoldaşlığına vakıf olanların içselleştirdiği haleti ruhiyede her ölümsüzlüğe yürüyenler gibi Yaşar Dere hewalimizin acısını yüreklerinde hissedeceği özge can/ımız/dır O!...

Tarihte Fatê Reş ile tanınan Sinemilli Aşiretindendi. Tokhıldan Eyaletinde, Elbistan’ın Nurhaklar eteğindeki bir köyden göç ettikleri İskenderun’da Alevi-Kürt ailenin evladı olarak doğmuştu. Orada Harita-Kadastro teknisyenliği yapmaktaydı. Parsel ve paftalara böldüğü arsaların çıkarsınımıyla açığa çıkardığı çelişkide, dört parçaya ayrılmış canım ülkenin sınırsızlığının güzelliğini düşleyecekti. O esnada TC askerliğine götürmek isteyeceklerdi. Fakat kalbindeki patolojik arazdan dolayı “Askerliğe elverişli değil” raporu verilerek “çürüğe” çıkarılacaktı.

O bir özgürlük havarisiydi. Cem ve semahlardan feyzini almıştı. Dede ve ozanların sancılı yüreğinden dile gelen deyiş ve türkülerle beslenen direniş ruhunu içselleştirmişti. Kentler ona dar geliyordu artık. Nihayet 1994 yılında Âmed Eyaletinde gerilla saflarına katılım göstererek erince kavuştu.

Genelde Torhıldanlı erkek yoldaşlar bölgenin önceden ölümsüzleşen özge canların adlarında karar kılarlardı. Bu yüzden Sabri, Erdal veya Xorto adını alanların büyük çoğunlunun Torhıldanlı yoldaşlar olduğu bilinirdi. Yaşar Dere hewal de geleneği bozmayarak Sabri adını aldı. Yaşar, Sabri’ye dönüşürken sömürgeci dayatmayı parçalamaktaydı.

Amed’in Akdağ (Koi Spî) alanında, hasta kalbinin dermanını bulduğu inancıyla fedakâr, emekçi ve paylaşımcılığıyla özgür yaşam sevdalıları arasında sevilen bir can olacaktı.

Birçok kez yaralanacaktı. Hatırlarım. 1996 yılının Şubat ayında Akdağ gücü çatışmaya girmiş, akabinde bulunduğum Şehit Remzi alanına manevra yapmışlardı. O vakit anestezisiz Sabri hewalin kolundan kurşunu çıkarırken, dingin hali gözlerimin önünde asılı durur. Tedavinin ardından, ağır kış koşullarına rağmen birlik olarak Akdağ’a geri dönüp, bölgeyi boş bırakmayacaklardı.

Kış bahara dönecekti. 1996 baharı, “Kanlı iklimler Vadisi olacaktı Amed’te. Zebaniler yüz binlere varan donanımlı bir güçle özge canları yok etmeye geleceklerdi. Ve mazlumun gerillası destansı direniş sergileyecekti Amed’te, Şehit Remzi alanında.

Her yerde araziye asker çıkaran düşmanla ölümüne bir savaş verilecekti. O iklimlerde onlarca özge can da daha ziyade kar ve soğuktan ölümsüzleşecekti. Böylesi bir süreçte Nisan 1996’da Akdağ gücü de büyük bir çatışmaya girecekti. Çiyayê Bêxêr de Şehadetler yaşandı, her biri bir parça özgür vatan cinsinden. Sabri hewal bu çatışmada gene yaralanıp, kalan gerillarla beraber hewallarine ulaşacaktı…

                                               ***

Mayıs sonlarında Muş Güneyine kaydırılan bir bölük gerilla arasında yer alacaktı. 1997’nin sonlarında da tutsak düşüp Muş zindanına atılacaktı.

1999'daki Güney alanına geri çekilmede ben de tutsak düşecektim. İlk görüşe çıktığımda bir başka koğuştan görüş kabininde karşılaşmak sürpriz oldu. O vakit sivil isimlerimizi öğrenecektik. Bir ay sonra da Maraş zindanına sevke gidecektik. Arada name-kartlarla hal-hatır sormalar olsa da bu durum uzun aralıklara yayılıyordu. Herhalde zindanda en az mektup yazan Sabri hewalimizdi. Çok zorunlu olmadıkça ailesine, İngiltere ve Fransa da oturan kardeşlerine, yeğenlerine bile yazmazdı.

Maraş’tan Bolu F Tipine sürgün edilecekti. Akabinde yeni çıkan TCK’ya uyum bahanesiyle Van F Tipine getirilecekti. Verilen cezalar ilk mahkemede düzenlenecekti. Aradan birkaç ay geçince bende de aynı saikten Van’a götürülecektim.

Tesadüfen aynı odaya verilmiştim. Oysa insan ne denli talep ederse, düşman tam tersine yapmaktaydı. Yılların yaşanmışlığı ve paylaşımcılığıyla çok sevinecektim. Bu vesileyle Pir Yaşar Dere hewalimle yeniden tanışma onuruna sahip olacaktım.

Haksızlığa, pirim vermeyen kalender, çelebi bir yoldaştı Sabri Hewal! Kitap okumada çok seçiciydi. Muazzam bir entelektüel birikime sahipti. Tarihsel-toplumsal arka planı güçlü, derin analizlerle olay ve olguları açıklarken, bu toprakların kaybedilmek istenen sesine ses olurdu. Alevi-Kürt geleneğinin tüm ayrıntılarını bildiğinden, bir oturuşta sayfalar dolusu yazıyı ayrıntılarıyla irdeleme maharetini gösterirdi. Hangi konunun hangi kitap ve sayfada geçtiğini dahi söyleyecek belleğe sahipti. Van’da iki yıl civarında Sabri ve A. Selam Şehmus hewallerle kaldık. Benim açımdan tüm zorluk ve tecrit koşullarına rağmen en verimli yıllar olacaktı. Saygı-sevgi ölçüleri çerçevesinde şekillenen yoldaşlık ilişkilerinin, paylaşım ruhunun güzelliklerini oturtmanın yeri yapılmıştı bulunduğumuz oda da. Tabi bunda Pir Yaşar hewalimizin payı tartışmasızdı.   Özgür yaşam alanlarından gelen tanışıklığın zindanda devam etmesinin örneğiydi yaşanan… Ne kadar anlatılsa muhakkak ki bir yan eksik kalır. Zira söz konusu edilen anlamlı yaşamı hakikat eyleyen özge bir candır. Bu yüzden sığdırılamaz sayfalara. Zindan bu! Mekanın sıkışmışlığı, duvarların soğukluğunda bazen ufak-tefek kırgınlıklar da yaşanabilir, yoldaşlar arasında. Fakat iki yıl boyunca bir kez dahi kırgınlık yaşanmayacaktı. Kapsayıcı, hoşgörülü, kalender gönlüyle, tecrit koşullarında üretimsel edimde hep karşılıklı teşvik edici bir ortam oluşturulmuştu.

                                                           ***

Zindanların “mukadderat”ında sürgün vardır. Ve sürgün yollarında farklı mekanlarda gözümüzü açacaktık. Yaşar Dere hewal de önce Erzurum’a, ardından da ölümsüzlüğe yürüyeceği Şakran 3 No’lu tabutluğuna götürülecekti…

Sabri hewalimizin karakteristik bir özelliği vardı. Zindanda bulunduğu süreçte bir kez olsun revire-hastaneye çıkmazdı. Kalbinin kontrol edilmesi için Şexo hewalle ne kadar ısrar etsek de ikna edememiştik ne yazık ki. Gülerek anlatırdı; Bolu F Tipinde kaldığı demlerde, Dosyasındaki bilgiler karşısında çok şaşıran Zindan sosyoloğu, odasına kadar gelip sormuş: "Herkes onlarca kez revire çıkmış. Bir tek sen çıkmamışsın. Merak ettim, hiç mi hastalanmıyorsun" diye.

Elbet arkadaşlar kalp sorununu bilirdi. Bu yüzden mümkün mertebe açlık grevlerine sokulmazdı. Kimi zaman dayatıp giriyordu. Sigara da içerdi. Şayet sigara yakmışsan, kesin o bir tane tellendirirdi “Maksat içerken seni yalnız bırakmayayım” derdi hep. Hastaneye gitmesine ikna edemediğimizden, Şexo arkadaş, “Gelin odada hepimiz sigara bırakalım” önerisinde bulundu. Tabi Şexo hewal’de kısa bir süreden beri sigarayı bırakmıştı. Böylelikle Yaşar hewal de içmemeye başlayınca vicdanen çok rahatlayacaktık.

Sürgün yollarında, bulunduğu yeni mekanlardan mektuplar yazıyordu. “Artık uzun uzun mektuplar da yazıyorum. Herhalde yaşlanmanın rolüdür” diyordu. Gelen en son mektubunda ise yakınıyordu. Sivil Toplum kuruluşlarının birinde yayınlanan RAPORDA Yaşar Dere hewalin kalp sorunu olduğu yazılmış. Televizyonda duyan Anne ve Babasının apar topar, o yaşlı halleriyle, telaş içerisinde zindana görüşe geldiklerini yazmıştı. “Öyle bir şey yok. Sağlığım iyidir. Yalan haberdir” dese de Ana yüreği bir türlü ikna olmamıştı. “Galiba bu kez kontrollere gitmek farz oldu. Yoksa Anam rahat etmez” diye yazarken işin vahametinden dolayı çok sevinmiştim. Bu namenin arasına aylar girecekti.

Ve bir gün Pirimiz, Dedemiz Yaşar Dere hewalimizin 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde ab-ı hayatı içtiğini duydum. Bu tel örgülerle kuşatılmışlıktaki soğuk duvarlar ardında kahroluyor insan… Sınırlandırılmış mekanda aileye ulaşamamak da daha bir acı veriyor…

Özge bir candı Pir Yaşar Hewal! Zindana sığmaz bedeniyle, Nurhak’ın yamacında deyişler eşliğinde semaha duran canlara emanettir bundan böyle. Biliyoruz elbet. Özgür ruhu, vahşet ve katliamlara gark edilen dört odalı yüreğimiz olan canım ülkede direnç ve özgürlük yeşertip, moral, özlem ve umut ekmekte.

İşte böyle bir yürek duracaktı, kör bir zindanın küçücük hücresinde. O yürek ki halkının umudu, özlemi ve yüz akıydı.

Yoldaşlarının Sabri hewaliydi O! Harmanını yakıp da dağları yol eyleyen özge canımız tutsaklıkta ölümsüzleşti.

Yoksa unuttunuz mu, daha demincek Yaşar hewalimiz de yıldızlaştı! Duyun ayyuka çıkan insan çığlıklarını artık…

Biliyorum elbet, hayatın taşlı patikalarında boşuna taban eskitilmemiştir. Yürünen yol, biriken değer ve emekte şehitlerimizin payı vardır. Anısı önünde saygıyla eğilirken; Ailesine, sevenlerine ve yoldaşlarına başsağlığı dileklerimi sunarım. Biz arkada kalanlar olarak, meşaleleşip yolumuzu aydınlatan Yaşar Dere hewalimize şükranlarımızı hiçbir zaman unutmayacak, unutturmayacağız… Nurhakların enginliğinde uçan şahinlere selam olsun!...

Dr. Ayhan KAVAK

D Tipi hapishane I 1-1

DİYARBAKIR

Görülmüştür notu: Muş Hapishanesi’nden Aliağa Şakran Hapishanesi’ne sevk edilen Yaşar Dere, kalbiyle ilgili yaşadığı sıkıntıyı hapishane idaresine bildirmesine rağmen idare Dere’ye herhangi bir tedavi uygulamadı. Dere 1 Eylül 2014'te hapishanede hayatını kaybetti.