Yüreğimizin Güllerinden Hoşgeldin Aramıza! Kutsiye Bozoklar'ın Anısına.

"Geceye bakıyorum. Yüreğim bir zindan aydınlığında. Öfkem taşıyor ellerimden, sevinçli yangınlar ortası bir günü düşünüyorum. Biliyorum; öfkeyle tutuştuğumuzda acı üstümüze üstümüze geldiğinde, keder ruhumuza dolandığında durup gecenin sesini dinlemeliyiz. Bir çiçek koklamalıyız, bir şiir okumalıyız.." Kutsiye Bozoklar

Temmuz! Bizden ayrılışının 6.yılı!

"Görülmüştür"ü görseydin, belki tabana kuvvet değil ama; ellerinin-yüreğinin-tarihinin tüm birikimiyle harekete geçerdin. Politik tutsakların sevdikleriyle paylaşmak istedikleri satırlarına, birkaç çift gözün vurduğu “Görüldü” damgasını bütün gözlere sokmak için sarfettiğin çeyrek asrı aşkın çabalarına, bir adım daha eklerdin! Görülmüştür Ekibi’nden (www.gorulmustur.org) Serdar Türkmen’le, Adil Okay’la 36 yılı tekerlekli sandalyede geçen 56 yıllık ömrünün “zindanlara” ait birikimlerini kaygısızca paylaşırdın. Yorulan, unutan, inkar eden yürekleri harekete geçirmek için, yılmadan-tereddütsüzce çaba harcardın. 1973 Mart’ında İstanbul Şehremini’de bir çatışmada vurulan, felç olduğu halde iki yıl tutuklu kalandın.

Adil Okay’ın; “ Her insan kendi ölüsüne daha çok ağlarmış!\ Bu çocuklar hepimizin ama...\ Hepimizin.\ Niye duymuyorsunuz ağıtları\ Niye susuyorsunuz.\ Hâlâ susuyorsunuz...\ susanlara da gitsin bu beddualar… susanlara da” satırlarına ekleniverirdi senin 15 yıl önceki ‘tecrit saldırılarına ilişkin’ satırların; “Umutsuzluk kardeşidir korkunun ve korkağın sesi yoktur. Korkuluk olmayı bile beceremeyen aydınların payı az mı sayılmalı bu toplumsal suçta? Vahşeti görmezden gelen bir zihniyet ikliminin egemen olduğu bir toplum masum mu görülmeli”? Her tutsağa konukluğunda, gösterdiğin tükenmek bilmeyen paylaşma ısrarını sürdürür;

“ Genç bir ‘Yıldız’dan mektup aldım dün. ‘Bu gece konuğum ol’ demiş genç arkadaşım. Ben bu gece konuğum yıldızlara...Madem ki bir yıldıza konuğum bu gece, öyleyse ona bir şiir okumalıyım. Ona öğrendiklerimden sözetmeliyim... Yalnız sığ ırmaklar gürültülüdür derler.Yaşamaya gürültüsüz akmalı insan. Usulca dövüşmeli, usulca yürümeli, usulca sevmeli ve usulca ölmeli. Ama sesi gür, düşüncesi net, duruşu ikirciksiz olmalı. Ve birbirine karışmalı sesimiz, en iyi ayrılıkların adını bilsek, en iyi hasretleri büyütsek de” derdin!

Mütevazi bir gölge gibi gezdirdiğin ömründe, “gür sesini, net düşüncelerini, ikirciksiz duruşunu”, ‘Görülmüştür’den de esirgemezdin. Yüreğimizin güllerinden; aramıza hoşgeldin! Seni, kendi satırlarımızla ‘darlaştırmak’ hep kaygı verir bize.

Senin yaklaşık 15 yıl önceki, yani F tiplerine geçiş dönemindeki satırlarından; “İtlerin salındığı, taşların serbest bırakıldığı bir dünyada, olası bir gelecek uğruna, boşu boşuna canlarını verdikleri varsayılanlar, bu toprakların yiğit çocukları yani, tüm seslendirme kanallarına ulaşma imkanları kısıtlanarak içeri tıkılmışlar. Onlar da tek savunma silahlarını kullanarak, sözün tükenmekte olduğu yerde bedenlerini atmışlar ortaya. Ama bu ülkenin genç beyinleri, tıkamışlar kulaklarını, örtmüşler gözlerini, kapamışlar ağızlarını ne acıdır ki, bir sözde yiğidin, bir sanal kişiliğin aşklarını, meraklarını tartışıyorlar büyük bir tutkuyla. Mertliği ve yiğitliği gerçek hayatın içinde değil de, bu ıvır zıvır şeylerde arıyorlar... Oysa bir mutlu azınlık dışında hepsinin öğreneceği şey bellidir, umutların gerçekleşebilir olmasının tek yolu kolektif mücadeledir. Hayat tek başına kurtuluşun yollarını kapamış, ya hep beraber ya hiçbirimiz demektedir.”

“Geceye bakıyorum, güç karşısında boyun eğmeyen, eğilip bükülmeyen, yaltaklanmayan seslerimiz olmalı...Kocaman bir mapushaneye dönüşmüş bir ülkede, isyan etme, uzlaşmama, karşı çıkma iradesi gösteren, isyanlarından vazgeçmeyen en temel bir muhalefet odağı susturulmak isteniyor. Çünkü ne demir kapıları yetti onları susturmaya ne taş duvarları. Cezaevleri içinde cezaevleri üreterek yükselmesi muhtemel bir ayağa kalkışa da ket vurmayı planlıyorlar. Bir toplumun savaşçı müfrezelerinin sesini kısmak için geliyorlar. Çünkü bütün toplumun sesi kısık... Bilmiyorlar, tutsaklar yenildiğinde tüm toplum da zapturapt altına alınmış olacak. Bilmiyorlar, geleceğimizi karartmak için bugünümüzden vazgeçmemizi istiyorlar. ...

Joan Baez, dünyayı isteyen 68 isyancılarının şiarını tekrarlıyor; “yeneceğiz” diyor şarkısında. Serin yaz gecesinde bir yemin gibi tekrarlıyorum bu sözleri ben de: Yeneceğiz! Ve gecenin evinde yangın çıkaracağız. Kıracağız tüm karanlık camlarını. Ve bizden sonra gelenler demir parmaklıklardan değil, asma bahçelerinden seyredecek bahar sabahlarını, yaz akşamlarını...” Zindanları bir ‘yürek aydınlığı’ olarak tanımlayan oldu mu hiç, ya da gidenlerimizi ‘yürek gülleri’? Politik tutsaklar yüreğinin aydınlığıydı senin. Onlarla elele tutuşmak, onlarla öğrendiklerini paylaşmak, onların beton hücrelerine bahar çiçekleri taşımak... yaşamının en doğal parçasıydı;

“Geceye bakıyorum. Yüreğim bir zindan aydınlığında. Öfkem taşıyor ellerimden, sevinçli yangınlar ortası bir günü düşünüyorum. Biliyorum; öfkeyle tutuştuğumuzda acı üstümüze üstümüze geldiğinde, keder ruhumuza dolandığında durup gecenin sesini dinlemeliyiz. Bir çiçek koklamalıyız, bir şiir okumalıyız, sonu tatlıya bağlanan maceraları anlatan bir kitaba başlamalıyız. Ölüm bizi kuşattığında ona umursamaz bir bakış fırlatıp hayata sarılmalıyız. Ve yüreğimizin derinliklerine dalıp sevinçlerimizi aramalıyız tek tek. Düşler kurmalıyız, anılara bakmalıyız. Sevgilerimizi, sevdalarımızı, hayallerimizi sıkı sıkı kucaklayıp ışığa çevirmeliyiz yüzümüzü... Zor günlerdir yaşadığımız. İnsan kalmanın yolu da belli, öküz olmanın yolu da. Ve bugünlerin kavgası insanlıktan çıkarılmaya karşı verilmekte… Bu gece olduğum safta ve de “bizim” tarafta olmanın sevinciyle doluyum ben. Bu gece yüreğim zeybek oynamakta sevdiklerimle. Ve aydınlık bir demet yolluyorum, insanlık onurunu ayakta tutanlara yüreğimin tüm gülerinden”. Her yılbaşında, yanında olabildiklerin değil de yanında olamayanlar tüterdi satırlarında;

“Yeni bir yıla girerken manzara hiç de iç açıcı değil gibi görünüyor. Ama William Shakespeare: “Koca bir ateş yakmak isteyenler cılız saman yığınlarını tutuşturmakla işe başlarlar” diyor... Aslında her birinize birer yılbaşı kartı yollayacak gücüm olmasını isterdim. Tüm gelecek kavgasının savaşçılarına... Varın siz bu kartı yolladım sayın, yüreğimin tüm gülleriyle birlikte..Ben, insana, geleceğe ve size inanıyorum. Girdiğimiz yüzyılı bizim kılacağız. Başka seçeneğimiz de yok zaten”.

Ve "senin Sosyalist Gençlerin"in aramızdan ayrıldığı, ayrılmaya devam ettiği yine bir Temmuz ayı!

Onları-seni senin satırlarınla anmak size en yakışanı; "İki türlü yaşayabilir insan: Ya hayatı ellerinden tutar yaşama katılır, ya da hayat insanı ellerinden tutar yaşama karışırlar... İsteklerimiz, arzularımız, özlemlerimiz uygunsa ilkelerimize, kendi ölülerimizle dolmaz içimiz. Duygularımızın hangisi galip gelirse gelsin vurulmaz kimse. Sevdiklerimize, değerlerimize verdiğimiz kadardır kendimize borcumuz. Hem mutlu, hem huzurlu, hem coşkulu hem korkusuz yaşamanın sırrı, ilkeli ve bilinçli olmadadır..." 29.07.2015

Not: Tüm alıntılar, Kutsiye Bozoklar’ın "Hayatı Ellerinden Tutmak" adlı, Ekim 2002 tarihinde yayınlanan kitabından aktarılmıştır.

www.gorulmustur.org