Dışarıdan İçeri Mektup II: "Mazgaldan atladım, yanına geldim. Rüya değil; gerçek!!

CAN MESUT KOCAMAN MERHABA SANA, HEPİNİZE...

"Güneşin olsun gönlünde...."

Mazgaldan atladım, yanına geldim. Rüya değil, rüya değil; gerçek!!

Mazgaldan atladım ve Kızılırmak’ın bu şarkısıyla sana merhaba dedim. Duyuyor musun? Hatırlıyor musun bu şarkıyı!! Hatırlamıyor musun? Hatırlamazsan hatırlama, bir şey olmaz. Ben gönderiyorum sana; yanındakilere söyle, hemen benim yerime söylesinler bunu sana!

İhmal etmesinler!! Bakalım bu şarkı sana kalem tutturup bir şeyler yazdırabilecek mi?

Aris yanından ayrıldı ayrılalı, sık yazışamadık. Ben de, o hapishanedekilere selam, bu hapishanedekilere selam; herkese selam çakmak mümkün olmuyor! Yürek hep istiyor, ama el yetişemiyor! Neylersin! Hayli ara verdik. Ama inan ki biz hep sizinleydik!

Can Mesut, bu ara adına sıkça rastlıyoruz.

En son Adil Okay’ın yeni çıkan kitabı ‘Hapishanelere Esinti Yollayalım’ın sayfalarında, Cumartesi Anneleri’nin elinde şöyle bir plaket: “Ağır Şizofren Mesut Deniz Serbest Bırakılsın”!!!! Bu ara her yerde kitabın tanıtım fotoğrafları yayınlanıyor; orada senin adın! Ya da; “Wernicke Korsakoff hastası Mesut Deniz. Unutkanlık... günlük yaşamını düzenli idame edememe....”.

Bu aralar bu kadar sık adını görünce, seni omuzlarından tutup sarsasım geldi. Tamam tamam benden çok uzun boylusun biliyorum. Ama yine de şööyle kollarımı kaldırıp, omuzlarından tutup seni sarsasım geliyor; “Mesut, Mesut! Bak sana ne diyorlar ya! Sesini çıkar biraz. Ses ver bize. Tamam Aris ‘boncuk yap, traş ol, banyo yap’ diye komutanlık yapamıyor sana ama; kurtuldum ondan diye sevinme:-) Biz senden ses bekliyoruz yine”! Bu aralar aynen böyle sıkça buluşuyoruz seninle, biline!

Can Mesut, Ramazan ağabeyin geçen yıl senin ‘vasiyetin’ üzerine beni aradı. Fransa’da olduğunu duymuştum ama, hiç karşılaşmadık. İspat olarak da senin mektubunu İnternet üzerinden bana gönderdi. “Ganime’yi ara” diye yazdığını direk okudum. ‘Vasiyetin’ yerine getirildi. Duyurulur! Ha Ramo’nun sohbeti inanılmaz bir biçimde Murat’ı andırıyor ya! Canlı canlı Murat’la konuşuyormuşum gibi geldi. Bu kadar mı olur? Nasıl bir konuşma benzerliğidir bu!!! (O sesi duyunca, Anacığınla Ankara’ya gelişimiz aklıma geldi. Yani Ramo’nun sesi aramızda olmayanları hatırlattı hemen. Bakar mısın? Biz onunla Ankara’ya beraber yolculuk bile yapmıştık biliyor musun? O hastahaneye senin yanına, ben de şimdi konakladığın mekana görüşe, yani Ankara’ya beraber gelmiştik. İnsanlar ölüyor, bu normal Can Mesut! Ama iyi ki onu tanıyabildim. Onun ağzından sizlerin küçüklüğünü, Trakya topraklarının deyimleriyle-şivesiyle yığınla hikayeyi dinleyebildim... Filozoftu senin Anacığın Mesut ya. Okul bile görmemişti ama nasıl bir dili vardı! Siz edebiyatçılığınızı, esnek hayat felsefenizi ondan almışsınız, o zaman sizi anlayabilmiştim!)

Deniz! Sanırım iki yıl oldu rastlamayalı. O da Fransa’da hala! Bana ulaşmak istemiş, tekrar ilettim nasıl ulaşabileceğini... Bakalım! Buralarda da insanlar, hep birbirlerine ulaşmak istediklerini söylüyorlar; internet, telefon vs.olmasına rağmen bunu başaramıyorlar. İstiyorlar, ama bir türlü başaramıyorlar! Bakar mısın? Yaşam çok yoğun, ağır ve çok parazitli! Sürekli kötü haberler alıyoruz uzaklardan. Taşıması hiç de kolay olmuyor. Biliyorum sizler için de bu böyle. Parazitlerden arınıp, yürek buluşmaları yapmak ağır geliyor insanlara. Hele o yürekler yığınla acı ve anıyla doluysa! Anlaşılır bir durum, kınanacak bir şey değil inanki!

Can Mesut, Yaşar’a sor o bilir; o daha önce Adil Okay’a mektuplar yazmış. Bu mektupları ben, yaklaşık 7 ay önce; ‘Görülmüştür’ denilen internette görebildiğimiz ‘tutsaklar diyarı’nda okudum!! Nasıl sevindim bilemezsin. Sonradan da geldi Yaşar’ın mektupları, oradan takip ettim. Şu anda kiminle kalıyorsun bilemiyorum. Ama Yaşar’a sor ihmal etme ha!  (…)

Şimdiiiii!! Sen bana Anacığın’ın anlatılarını andıran bir dille, harika bir öykü yazmıştın. ‘Hı hatırlamıyorum’ diyebilirsin. N’apalım yani, hatırlamazsan hatırlama, dert mi:-) Biz hatırlatmaya devam ederiz. Hiç sorun değil. Sana (Tutsak) Seyit Oktay adlı bir yazardan, bahsettiğim ‘Görülmüştür’ adlı tutsaklar diyarından; ‘Fısıltılar-Hikâyeler-İnsanlar’ adlı bir öykü gönderiyorum. Mesut, bu öykünün dili; senin bana gönderdiğin öykünün diline o kadar benziyor ki! Tamam Seyit Oktay kitap yazmış, tamam tamam! Sen kitap yazamazsın belki. Ama kalemin çok iyi. Rüya gibi yazıyorsun. Tekrar şimdiiiiii!! Bak ne diyeceğim sana: adın heryerde ‘ağır hasta Mesut’ olarak geçiyor! Sen bir sesini çıkar; “ağır hastayız ama iyi yazarız” diye bir gümbürde:-) Görülmüştür’e bir şeyler yaz! İyi mi oldu, kötü mü oldu diye hiç düşünme. Çok ama çok güzel yazıyorsun. Yaz ve herkes bu ‘ağır hasta Mesut’un sadece hasta olmadığını; nasıl bir kaleme sahip olduğunu da görsün!!! Hastalığının ağırlığın savur dışarılara! Öykü yazman şart değil, sadece bir mektup yazabilirsin. İçinden ne geliyorsa, o sana kalmış! Bırak o güzel kalemini aksın, bahtımıza ne çıkarsa...

Yapar mısın? Bunu yapabilmeni tüm yüreğimle diliyorum. Yıllar çok hızlı geçiyor, artık kooocaman bir adam gibi görünüyorsun. Bana ‘abla’ falan deme imkanın da yok artık, biliyorum. ‘Bıcırık, sen çok oldun ama. Tamam yazıyorum yazıyorum’ diye bir ses ver ha!

Ha Can Mesut; tünel davalarınızı duyduk, okuduk. F Tipleri’nde tünel davanız da oldu ya! Pes!! Aris’in bu davaya çok tepesi attı! Duyurulur:-) Neyse 3 Ağır Müebbet Cezası verme gibi bir uygulamaya kalkışmadılar, ucuz atlattınız!

Canımsın sesin ulaşabilen herkese; Kemo’ya, Cengiz’e, Yaşar’a, Halo’ya... diğerlerine, çok ama çok selamlarımı ilet lütfen. (Cengiz kardeşini aramıştı, burada-onunla telefonda görüştük biliyor musun? Rüya gibiydi. Sevinçten çığlık çığlığa!!! Ramo Almanya’da olsaydı, ayarlar kesin seninle de görüşürdük, hay ki hay!)

Sizi hala ve çok seviyoruz, bundan hiç kuşkunuz olmasın.

Son satırlarım; “Mesuuuuut, uyaaaaaan! Ne demek o şizofren, Wernicke damgalarıyla gezmek! Var mı bu bizim kitabımızda! Bir öykü, ya da sadece bir mektup yaz Adil Okay’a. Çıksın Görülmüştür’de. Göster herkese, hasta olunsa da kalem nasıl çalışır böyleeeee”. Bağırıyorum kulaklarının dibinde. Duyuyor musun? Duymazsan, bir daha geleceğim bağırmaya, bilesin:-) Sen yaz, orada yayınlansın; Deniz’e, Ramo’ya, tüm tanıdıklarına-tanımadıklarına bu sürprizi gösterme sevincini bana bırak! Anlaştık mı! Bunu yapabilirsen, kendimizi dünyanın en büyük hediyesini almış gibi hissedeceğiz. Abartmıyorum, bunu gerçekten tüm yüreğimle diliyorum! Ben senin kulaklarını şişirdim, belki biraz da sabır sınırlarını zorladım; sen beni mazgaldan atmadan, bir şiir okuyup kaçayım:-)

Ekte hepinize; Adil Okay’ın "evvela mahsusen zindandakilere de selam ettiği" bir şiirini gönderiyorum...

Sevgiyle...sımsıkı ama sımsıkı kucaklıyorum hepinizi.

BİZİ BİZSİZ BIRAKMADIK BİLESİNİZ!

BİLİYORUZ; BİZ SİZİN ANI BOHÇALARINIZDA KALDIK.

AMA BİLİN Kİ, SİZ DE BİZİM ANI BOHÇALARIMIZDASINIZ VE NEREDE OLURSAK OLALIM, BİZİMLESİNİZ!

İYİ Kİ VARIZ!