Günlerdir kulağımız mazgalda, götürüleceğimiz yeni cezaevinin haberini ve yerini bekliyoruz. Uzun bir süredir dört duvarın soğuk karanlığında tutulduğumuz menemen zindanı hükümlü statüsünden yalnızca tutuklu statüsüne geçtiğinden, biz hükümlüler farklı zindanlara yollanacağız. Biz hükümlülere yol göründü derken, korona belası hepimizi zonk diye kursağımızda bıraktı.
Doğduğumuz topraklardan bu zindana sürülüşümüzün kimimiz dördüncü yılını, kimimiz de beşinci yılını bitirmiş, yorgun argın altıncı yılına tırmanıyor… Zaman denilen büyülü döngüsel akışkanlık, soyut ve benzeşik bir renksizliğe dönüştürülmüş bu yaşamsızlıkta. Her ne kadar bizler akışkan yoğunlaşmalarımızla zamanı bu ağır ve verimsiz soyutluktan kurtarmaya çalışsak da beklenti illeti uğursuz bir bulut gibi çöküyor içimize ve amansız kasvetiyle boğuyor akışkan yoğunluğumuzu. Bütün renkler durmuş koronadan dolayı çünkü…
Bizler başka bir cezaevine gitmeyi beklerken, bulunduğumuz koğuştan başka, daha küçük bir koğuşa alınıyoruz. Salgından dolayı karantina koğuşları açılacakmış... Tartışmalar, itirazlar pek sonuç vermiyor maalesef. Kasabın et derdinde olduğu yerde. Yerleştiğimiz koğuşun havalandırması dar ve pencereler sığ eleklerle körleştirilmiş. Bir haftayı yoğun bir temizlikle geçiriyoruz. İlk darbeyi yavru kafes kuşlarımız yiyor maalesef. Bir kaç gün içinde bir bir ölüyorlar gözlerimizin önünde.
Zamansız yer değişikliği bizleri de vuruyor. Soğuk algınlığı deyip geçmesini bekliyoruz. Ekranlara yansıyan ölümleri izliyoruz... Ağır bir suskunluğa bürünüyor içimiz. Zaman ölümden daha ağır işliyor sanki. Yüksek, ömrümüzden bile uzun duvarlarla çevrilmiş minicik dünyamızdan virüsle terbiye edilmeye çalışılan kocaman dış dünyanın korku ile karartılan ufkuna bakıyoruz. Az biraz irade mücadelesi, az biraz hakikat kaygısı ve az biraz da duygu ve düşünce birliği bütün birçoğu iyileştirme gücündeyken fırsatçı soysuzların koğuşundan başka gördüğümüz kimse yok görünürler de maalesef.
Belli ki, çok sadık kalınmış sürünün eninde sonunda varacağı mezbahanın keskin bıçaklarından haberi var ki oyalanmadan takip ediyor önündekini... Gözlerimi kapayıp dağları düşlüyorum bir an. Hiçbir çağda insan bu denli varoluş gerçekliğine karşı böyle rezil bir duruma düşürülmemiş diyor asi dorukların şen ezgisi. Bundandır sağır ve kördür varoluşunun muazzam cevherine...
Benim gibi yaban ellerde sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan kardeşlerimle konuşuyorum telefonda. Hepsinin aklı ve duygusu biz içerdekilerde. “Yaşlı insanlar ölüme terk ediliyor burada…” diyor kardeşim Sema. “Görüyorsunuz değil mi?” diyorum. “İnsanlar anne babalarını ölüme terk ederken, bizler hala dün gibi 24 yıldır katledilip kaybedilen anne ve babamızın yasını tutuyoruz.” “Dünyanın vicdanı kurumuş” diyor en küçük kardeşimiz Gulçem. “Onlara inat” diyorum, “çevrenizde ne kadar yaşlı ve hasta insan varsa bu günlerde daha fazla ilgilenin ve bu ilgiyi yürekten hissedin ki, bizler bu vicdansıza ortak olmadığımızın resmini çizelim...”
10 dakikalık telefon hakkı çok çabuk bitiyor her zamanki gibi. Tabii, 10 dakika da ekten almışız ilgili bakanlıktan. Bu 10 dakika ile de Lice’nin yanı başına kurulu, defalarca yıkılmış köyümüzde beni, yani aramamı bekleyen abim, yengem, halam ve yeğenlerimi arıyorum. Dünya âlem korona virüsle boğuşurken abim gittikçe artan operasyon ve göklerinden inmeyen metal canavarlardan bahsediyor...
Dayanır mı 10 dakika daha! Hücreye dönerken el ve yüzlerimizi sabunla yıkıyoruz. Dezenfektan çok pahalı olduğundan ucuz olan sirke kullanıyoruz. Kokusu katlanılamaz olsa da, sağlık deyip alıştırıyoruz bu keskin kokuya kendimizi. Ailelerin aktardığı yeni haberlerle canlanıyor sohbetlerimiz. Öğleden sonrasını çok değerli Selma anamıza ayırıyorum mektup yazmak için. Açlık grevleri sürecinde basın toplantılarına katılıp ayrıca da sık sık görüşlerimize geldiği için 70 yıllık ömrüne bakılmaksızın tutuklanıp, o da bizim gibi içeride geçiriyor bu korona günlerini. Gelen mektubunda, ben çok iyiyim diyor... Bir devrimci kadınlar aynı mekânı paylaştığım için çok bahtiyarım. Dışarıda okumaya zaman bulamadığım harika kitaplar okuyarak geçiriyorum günlerimi...
Buradan daha hakiki bir yaşam duruşu var mı diyor içimdeki dağlı ses.
Ferhan Mordeniz
T Tipi Kapalı Cezaevi
A-2 Menemen/ İzmir
- 3 gösterim