Sevgili dostum Veli, 5 Temmuz 2010 tarihinde yaşananları öncesi ve sonrasıyla anlattığı kitabı yeniden ele aldı, genişletti, güncelledi ve yayınladı. Bu kitap öncelikle, 5 Temmuz 2000 tarihinde, Burdur cezaevi direnişi sırasında, kolu bir kepçe tarafından kopartılmış bir devrimcinin hikayesi ve daha fazlası. Çünkü burada, nihayetinde bir cezaevi direnişinden, bu direnişe müdahil olmuş bir kepçeden, kopan bir koldan ve tüm bu olanları hayretle bile izlemeyen bir kamuoyundan, ve her mahkemede Veli’nin kopan koluna aldırmayan ve direnişe katılan bütün diğer devrimcilere yapılan işkence ve tecavüzü görmezden gelen idari, asli mahkeme heyetlerinin hukuk skandallarından bahsediliyor.
-1-Tarih
Kelepçe, kitabının bence en önemli tarafı, Burdur Cezaevi direnişini, bir kişinin ya da grubun, çığır açan bir kahramanlık miladı olarak değil, 12 Mart’tan beri değişik cezaevlerinde süren değişik mücadele formlarından birisi olarak görmesi. Bu yüzden Kelepçe bir direniş bilançosu ile açılıyor. İlk defa derli toplu bir şekilde, hangi cezaevinde ne olmuş, neler yaşanmış görüyoruz. Bu titiz arşiv çalışmasının bize gösterdiği şey teorik bilginin ötesinde devrimci tevazuya giriş gibidir: devrimci öznenin bir tarihi vardır, devrimci tarihi kendisinden başlatmaz, bazen başlık atar bazen dipnot olur ama her halukarda, bir tarihin parçasıdır ve ona duhul olmaya çalışır. Kelepçe, Maltepe Cezaevinden başlar, Diyarbakır, Sağmalcılar, Ümraniye, Eskişehir, Aydın, Erzurum, Adana, Malatya, İskenderun ve Ulucanlar’ı dolandıktan sonra Burdur’a gelir.
-2- Direniş
Devletin özellikle cezaevlerinde, sık sık devrimcilerle karşı karşıya gelmesinin basit bir sebebi vardır: devlet kendi nüfus ve nüfuz alanlarında yaşayan bütün canlıları kendi tasarrufunda (bu kelime de sarfiyattan gelir) görür. Teknik olarak, tapu kadastroya zimmetli bir masa ile cezaevinde yatan bir mahkum arasında devlet açısından bir fark yoktur. Foucault’un terimleriyle söylersek, devlet şeyler aracılığıyla ne kadar iktidar üretebileceğine bakar. Bunun için, devrimcilerin aklını ve beynini de kendi nüfuz alanına eklemek ister; işte direniş dediğimiz şey devletin bu isteğiyle devrimcinin bu isteği olumsuzlamasından doğan boşlukta gelişir… Bu bakımdan, direnişin bir sebebi olsa da (Ki Veli bunu kitabında uzun uzadıya anlatmış) bunun bir önemi yok, devlet için mazeret hep vardır, önemli olan devrimcilerin bedenlerini ve akıllarını devletin nüfus kütüğünden ve nüfuz alanından dışarda tutmak için mücadele etmeleri ve direnmeleridir ki, zaten Burdur Cezaevi bu direnişin bir örneğidir.
-3- Kepçe
Devlet dediğimiz şey, bir çok manaya gelir, ama cezaevlerinde sınırsız bir güç gösterisidir. Kolluk güçlerinin her yere girebilme gücünün bir ihtimal olarak durması (Mahkumların makatlarının kontrolü bu ihtimalin mantıksal sınırlarına ulaşırken, mantığın sınırlarının zorlanmasıdır) ve bu ihtimali yerli yersiz kullanmasıdır devlet. Burdur Cezaevi, 19 Aralık’a gidilen süreçte bir laboratuvar olarak kullanılırken, gaz bombası ve değişik kimyasallar ilk defa bol bol kullanıldı, dahası yalnızca kepçe değil, kompresör gibi iş makinaları devletin cezaevlerini yeniden ele geçirmesinde kullanıldı. Dolayısıyla cezaevi hukuki bir yaptırım alanı değil, devletin kendi iktidarını daha daha pekiştirmeye çalıştığı, olmazsa keyfiyetini ve dokunulmazlığını sonuna kadar kullanmayı kendisine hak gördüğü bir iktidar alanıdır. Bu keyfiyetin sonucunda, 61 mahkum ölümden dönmüş, Veli’nin kolu kepçenin, mahkumların bulunduğu odada yapmış olduğu manevraların sonucunda kopmuştur.
-4- Köpek
Olaydan sonra Veli’nin ve devletin itibarını yerine dikmek mümkün olmamıştır. Devlet böyle her şeyi benim, her şeyi yaparım, keyfiyetler tasarruflar benim dedikçe, giderek bir sıçma ve sıvama örgütüne dönüşür. Adalet Bakanlığı sıçar, Sağlık Bakanlığı sıvar, kolu kopan mahkumun eli mezarlığa atılır, köpek kolu sokaklarda gezdirir, bir başka cinayet aranır, sonra olay anlaşılır ve tüm bu olan biteni Veli tesadüfen yatmakta olduğu hücrede bir gazeteden öğrenir, ve haklı olarak hep devletin hastanesinin zeminine zeminine kusar.
-5- Hukuk
Hukuk bahsinde, Benjamin tümüyle haklıdır, devlet tümüyle bir şiddet aygıtıdır ve, şiddeti kendi hukukunun dışına çıkmak için, hukuku da şiddet ile çiğnediği yerleri tamir etmek için kullanır. Burdur Cezaevi dosyasına giren vahşet için de durum böyle olmuştur. Veli Saçılık’ın kolu kopmuş, Şahin Geçit’in avcu patlamış, Cemil Aksu ve Ali Mitil’in bacakları kırılmış, Hüseyin Kilit’in kolu kırılmış, Halil Tiryaki ve Sadık Türk beyin travması geçirmiş, 61 mahkumun tamamı gaz zehirlenmesi yaşamış ve 30 civarında kişi bu sebeple hastaneye kaldırılmış, üç kadın bir erkek mahkuma tecavüz edilmiş ya da edilmeye çalışılmıştır. Mahkumlar olaylar sonrasında sürgüne gönderilirken, koridor dayağı eşliğinde sevk edilmişlerdir. Tüm bu olaylar yaşanırken devletin hukukunu temsil eden savcı olayı kapatmakla meşguldür. Hatta, tecavüze uğrayan kadınlardan birisine savcı şöyle sorar :
“Tecavüz edildiği nereden belli?”
“Florasan ve cop soktular çünkü…”
“Peki kaç santim girdi?”
“Bilmem o esnada yanımda metre yoktu…”
Her şey bittikten sonra, şu anda aradan 15 yıl geçti, olaya karışan asker, polis, savcı, hakim, gardiyan, iş makinası operatörleri hakkında açılmış herhangi bir dava yoktur. Hatta gardiyanlar mahkemelerde birbirlerini suçlamış olmalarına rağmen, devlet ve onun hukukunu temsil eden adliye dikkatini olaylara karışan işkence ve tecavüz yapan yetkililere yoğunlaştırmak yerine, Veli SAçılık’ın bir vesile aldığı tazminatı geri almak ve cezaevinde çıkan olaylarda ortaya çıkan yaklaşık Üç Yüz Bin TL civarındaki zararı gene mahkumlara ödetmeye yoğunlaştırmış görünmektedir.
Dosyalara konulan deliller, suç duyuruları, AİHM’in içtihatları, kamuoyunun baskısı devleti keyfiyetinden ve tasarrufundan caydıramamış; 5 Temmuz 2000 tarihinde başlayan cezaevi operasyonu, bir türlü verilemeyen “soruşturma izinleri” ve her daim verilen “takipsizlik”, “görevsizlik” kararlarıyla 15. Yılını doldurmuştur.
-6- Ça(ğla)yan Hukuku
Toparlarsak, Veli’nin kendi deneyiminden yola çıkarak yazmış olduğu Kelepçe devrimcilerin cezaevleri direnişinin ve bu direnişlere devlete bakışının bir prototipidir. Basılan adliyelerde, öldürülen adli efradın ölümüne gamlanan solcuların, adliyeden medet uman “ama savcı dosyayı çözecekmiş” diye hayıflanan liberallerin, ve uzun soluklu koşmak isteyen devrimcilerin bu kitabı okuması gerekiyor.
Her durumda “biz de sizi seviyoruz” her durumda “bir iki üç daha fazla Çağlayan” diyoruz.
Kaynak: www.fraksiyon.org
- 1 gösterim