Tutsak Ayhan Kavak ,Tutsak Yazar Seyit Oktay'ın Son Kitabı Aryen-Med Destanı'nı Yazdı

‘’ARYEN MED DESTANI

BİR PERİ MASALI BİR İNSAN HİKÂYESİ’’ KİTABI HAKKINDA

Haksızlık ve zulmün yaşatıldığı yerde ilkin hakikattir yaralanan. Yüreğinin süveydasındaki saklı cevheri yaşamsallaştırması yasaklanmış bir halkın gecelerinin harlı ateşini kanla söndürmekten geri durmayan Ehriman soylular, çağlar boyu zihinlerde dipsiz kuyular açmaya devam edip dururlar. İmi-timi belli olmaması için hep tarihleri çarpıtılıp yok sayılan, dilleri yasaklanan, kültürleri inkâr edilen, coğrafyaları işgal edilen Medilere ait tüm yazılı belgelerin tahrip edilmesi kötülük odaklarının sıradanlaşmış bir edimleri olagelmiştir. Benliğinden ve belleğinden koparılmaları istenir hep. Hani, ‘’Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.’’ diye bir söz var ya, işte bu sözün zalim muktedirlerin elinde bir silah olarak kullanılarak, toplumsal nisyanın kalıcılaştırılması gayesiyle ellerinden geleni yaparlar. Ne yazık; dört odalı yüreğimi parçalarına ayırıp başkalaşıma uğratmayı metazoriyle yapmaktan geri durmamaktalar. Bunun sonucu olarak, tarihsel-toplumsal akıştaki Kurdili yazılı metinlerin imha edilmesi ve olanların da egemen zihniyetin kültürel değerlerinin parçası belletilmesi bin yıllara dayanmaktadır.

   Aryen Med mitolojik, kültürel birikimi hep başkalarının hanesine yazılmış ve yazılmaya devam ederken, onlara dair bir hayatın hiç olmadığı veya başka kültürlere mal edilmesi belleklere bir mıh gibi çakılmaktadır. Lakin yazılı belge ve tabletlerde/kitabelerde esamisinin okunmadığı söylenenlerin sözlü tarihleri çirokbej (masal anlatıcısı), dengbej ve lavjebejlerin (aşk şarkıları söyleyenler) dilinde toplumsal hafızanın çağlara direnerek bugünlere ulaşımı sağlanmıştır. Gene hakikatin üstündeki demir tozlarını çeken mıknatıs misali kargışa uğratılmış bir halkın maddi ve manevi kültürel izlerini arkeolojik, dilsel, antropolojik, mitolojik ve teolojik izleklerde karşılaştırmalar gerçekleştirilerek yok sananların tarihsel-toplumsal yaratımları görünür kılınmaya çalışılır. Bugün de böylesi kıymetli araştırmalar ışığında, tarif edilmiş toplumsal bellekler şifaya kavuşturulmakta. Elbette kolonyal hegemonik zihniyetin her parçadaki yasaklamaları hızını kesmeden devam ettiğinden istendiği ölçüde bir birikim sağlanamamaktadır.  Bu arada Analarımızın hakkını da teslim edelim. Nisyana inat direnen dilimizin günümüze taşırılmasını üstlenmiş Analarımızın, öz kültürümüzü gelecek kuşaklara aktarmış olmasının payı hiçbir şeyle kıyaslanamayacak önemdedir. Analar ve sözlü tarihi aktaran ‘’Deng’’ (ses) erbabları olmasaydı şayet, günümüz koşullarında bir halkın varoluşundan belki de bahsedilemezdi.

   Sözlü geleneği güçlü halkların hikaye ve masalları bizatihi kendi kimliklerini ve tarihlerinin varlığını doğrulaması açısından işlev görmüş temel argüman halini almıştır. Nitekim Kurdi hikâyeciliği de bu yolda bin yılların kültüründen süzülerek stran (şarkı) geleneği biçiminde günümüze değin taşınabilmiştir. Sözlü anlatı ve edebiyatta yaşayıp bugünlere gelmiş Kurdi mitoslar-komşu halkların kültürel zenginliklerini de barındırabilen ortak sentezlerin ürünüde olabileceğini yadsımadan-Zagros merkezli olup, onun eteklerindeki ova veya tarım kültürü içinde yaşayanların kültürel zenginliklerini n birikimini kapsar. Zagroslar ve çevre düzlüklerde anlatılagelen hikâye/masallar diğer Kurdi kavimleri de etkisine alarak ulusal bilinç babında biçimlenmeye yardımcı olmuştur. Mitoslar, halklar arasında varolan kardeşliği gösterebildiği gibi diğer kavimlere süregider, düşmanlığı da görünür kılır.

   Özellikle Aryen-Med kültürel şekillenmesinden miras kalan mitos ve alegorik anlatı zenginliği tartışma götürmez bir gerçekliktir. Avesta’ya dayanan teolojik anlatılar mitostur. Tevile muhtaç hikâyeler ise alegorik anlatım tarzına uymaktadır. Semitik dinlerde iradi ve itaat etme ağır basarken, Aryen-Med geleneğinin izahi bir düzlemde seyretmiş olması bariz bir farklılık ihtiva eder. Bu durum özellikle iyi-kötü veya aydınlık-karanlık karşıtlığının nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışırken, kozmik şahsiyetlerle ilinti kurar. Burada konu edilen olağanüstü güçlere sahip olanlardır. Alegorik izahlarda ise sıradan insan karakterleri oluşturulur. Fakat bu insanlar gerçek olmayabiliyor. Bu sözü ve davranışı görünür anlamından başka bir manada kabul etmek ve/ya anlam vermek diyebileceğimiz Tevil’e uğramışlardır.

   İşte aynı geleneğin patikalarında ayak izlerini takip edip, Mithos ve Alegorik hikayeleri usta kalemiyle sentezleyen Seyit OKTAY’ın, alt başlığı BİR PERİ MASALI BİR İNSAN HİKAYESİ olan ARYEN MED DESTANI’nı okuduğumda bunlar düştü yâdıma. Evet,‘‘izahi’’ bir tarihsel-kültürel şekillenmeden müteşekkiliz. Böylesi bir girizgâhla pahada ağır verimini anmak farz oldu benim için.

   Oktay, Mitik ve Alegorik hikâye anlatım tarzıyla, makus tarihimizden süzülüp gelen trajedileri epik destan yazılımında masal formunda işlerken, lirik duyarlılığını da mahirce yedirerek; masallar dünyasında acının unutulmaması gerektiğinin altını çizmekte kanımca. Aryen-Med Destanı’yla, sessizliğini yırtan vaveylaların duyulmasını, duyanlarında rahatsız olmasını sağlamaktadır. Duyup da rahatsız olmak, yaşatılan acıları yürekte hissederek öfke duymanın yanı sıra kendi içinde bir erdemi de barındırmakta. Zira bir vicdan olacaksa şayet, o da dünyanın vicdanına tekabül eden acılardır! Asırların acılarını sinesinde biriktirip bugünlere gelmiş toplumsal bir gerçekliğimiz söz konusudur.  Halil Cibran, ‘’Anımsamak bir tür buluşmadır.’’ der, ‘’Kum ve Köpük’’ adlı eserinde. Dostum, Can yoldaşım Seyit Oktay’da beni/bizi tarihimizle yeniden buluşmanın masalıyla çıkıp geldi bu kez. Gelirken, kurutulmak istenen, Zagroslardaki bir mazı ağacındaki yeşil kalmış yegâne daldan sürgün alıp yeniden köklenmesinin sevincini yaşattı. Firdevsi, ‘’Dünya baştanbaşa aslı olamayan bir masaldan başka bir şey değildir.’’ der. Gerçi ‘’Şehname’’ adlı eserinde geçen bu söz, Medi kültürünü yok sayıp Farsileştirmiş olsa da, sözü gediğine oturttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Firdevsi’nin Şehname’sinde geçen kimi mitik anlatı, masal ve hikâyeleri aslında rücu ettiren Aryen-Med kökenlerini Oktay’ın oylumlu kitabında bulmak kabil. Okursanız sizler de hak vereceksiniz; yaşatılan acıları ta yüreklerimizde duyumsarken, anlatanın akıcılığının maharetine şaşırmanız abartılı olmayacaktır.

‘’Gerçek’’ ve ‘’Hayal’’ başlık bölümleri altında toplamda on altı bölümden mürekkep Destanda, Gerçek ve Hayal, hücre zarlarında gerçekleşen ozmos misali birbiriyle geçirgen özelliklere haiz. Gerçeğin hayal, hayalin gerçek olduğu veya aynılaştığını sezinlemek olasıdır. Bölümler ‘’Gerçek’’ ve ‘’Hayal’’ diye ardışık bir seyir izlemekte. ‘’Gerçek’’te, Dağ ve Büyülülerin güzel Perisi Şahperi, geleneklerine uygun bir biçimde, kötülüğe karşı kazandıkları her zafer yıldönümünde kutlanan Mihrican’ın bu yılki anlatıcısıdır. Şahperi, ‘’Masalların diz çöktürülmemiş hakikat’’ olduğundan dem vururken, unutma illetinin ne mene bir şey olduğunu da şöyle dile getirir; ‘’İnsan hikâyesinin başladığı ve bittiği yerUNUTMAKTIR. Unutan yitirendir, ihanetin bile imkânı unutmaktır. Unutan zamansız ve mekânsızdır. Unutanın Yezdan’ı, yurdu, kalbi yoktur. …’’ Şahperi, unutmamak, unutturmamak için de her Mihrican’da olduğu gibi, ‘’Aryen soyundan Hurri boylarından olan Roba ve Dağ Perilerinin Prensesi Şevperi’nin aşk meyvesi olan Medlerin hikâyesini anlatmaya koyulur. Her geceyi bir başka periler diyarında kutlamayı sürdüren Periler, ilk gecede Ahura Mazda’nın ışık kardeşliği hadisesini ve Ehriman’ın karanlığıyla anlatıya başlarken, sırasıyla İnsan-ı Kamil diye diğer dinlere ilham olmuş Gayomard, ilk insan çifti Maşya-Maşyena, Yima,Yumai, Zerdüşt, Diyeko, Praxort, Keyakser ve en son Astiyag’ı sekiz gece boyunca masallaştırarak anlatır.

   ‘’Hayal’’ başlığında anlatılagelen ise, savaşta iç ihanet neticesinde yenik düşerek kendi sarayında esaret altına alınmış son Med Kralı Astiyag’ın gecelerini katlanır kılmak için yanına çağırttığı Sitra’nın; ‘’Masallar bilgedir kralım, hikâyeler dosttur. Anlatılara uzak düşmek hayal bitirir, hayatı soldurur. Hakikat masalda gizlidir.’’ Diyerek, her gece Roba ve Şevperi’nin masalını dinlemeye başlar.

   Sitra, Mardların yiğidi Roba ve Dağ Perilerinden olan Şevperi’nin aşkını sekiz geceye yayarak anlatır. Gene geceler boyu, Astiyag’ın kendi içindeki hesaplaşmasının sancısını duyumsarken, söze gelen Astiyag; ‘’Biz yalım ateşiz bu cihanda, kimimiz kandilde, kimimiz çırada. Eninde sonunda söneceğiz. ‘’der.

   Gene Sitra ile yaptıkları söyleşilerde; ‘’ Biz zaten öldürüldük masalcı! Savaş meydanında kılıcı yere düşen, yenilen kral ölüdür. Ten yaşar, ruh azap çeker. ‘’Yaşamak soluk almak değildir. Sadece özgür olmaktır.’’ der, acıdan kıvranarak.

   Masalcı Sitra, Astiyag’ın ana atalarının yani Peri ve Dağlıların ittifakından doğan Medli kahraman Roba ve Şevperi’nin aşklarını ve kötülüklerle savaşımını, Şevperi’nin; ‘’Masal hakikatin kehanetidir…’’ demesindeki gibi anlatmaya koyulur.

   Masala geçmeden önce yer yer Bilgelik ihtiva eden diyaloglar çarpar insanı. Böylesi söyleşiler kitabın özündeki bütünselliği daha bir pekiştirmekte. Süre giden diyaloglardan birinde, Astiyag masalcısına sorar; ‘’Şimdi söyle Sitra, biz kimin hafızasında ve nasıl yaşıyoruz?’’

-‘’Düşmanlarımızın ve halkımızın! Düşman bizi silmek, yok etmek ve kendi hafızasının uzantısı yapmak isterken, halkımız bizi yaşatmak, unutturmamak ve kaybetmemek için yaşıyor.’’ cevabının verir, Masalcı Sitra…

      Yazar Oktay’ın edebi ustalığıyla vermek istediği tam da Sitra’nın parmak bastığı hakikat oluyor. Keza son bölümde de Astiyag; ‘’Masal bitmez Sitra! Hakikat var olduğu sürece hikâye de olacak. Masal hakikatin dölyatağı ise doğurduğunda kendini yeniden sürecek, başka suretlere bürünen öz gibi!’’ diyerek asırlar sonrasında da var kalınacağını imler...

   Mihrican’ın son gecesinde Şahperi tüm perilere hitaben hikâyenin sonuna gelindiğini söyleyerek, şu konuşmayı yapar; ‘’Ey Periler! Hikâyemizin ve Mihrican’ımızın sonuna geldik… Her ne kadar Medler tarih denilen insan icadı geçmişin anlatımında yerini alsa da halen bu dağlarda Hurri soylu Ari boylu, Med huylu, ateşin ve güneşin çocukları… Özgürlük tutkusuyla dolaşmakta ve ne yazık ki ihanet yakalarından düşmeyen, yazgılarıyla inip oynayan bir lanet olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak kazanacak olan özgürlük, başaracak olan onur, yaşayacak olan insani özlerdir…

   Belki de çok acılar çekilecek ve zulümler görülecek ancak kazanan bu muhteşem ve görkemli dağlarına sırtını dayayan, görünmez gizli patikalarda bizim yol göstermemizle yürüyen, masaldan, hikâyeden hakikat toplayan, hakikatten hayat yaratan güzel ve bilge çocuklar… Aşkla aşk için savaşacaklar! Hayali aşkla buluşturup, hayat yaratacaklar! … ‘’

   Pasaj uzun olsa da alıntılamayı bir gereklilik olarak gördüm. Zira dönemki yaşanmışlıklar bugün de daha bir yakıcı şekilde yaşanıyorken; geçmiş-şimdi-gelecek diyalektiğinde hakikat arayışının bitimsiz olduğuna da tanıklık ediyoruz…

   Seyit Oktay’ın üçüncü kitabı(daha önceden yayınlanmış Arami Tabletler- Ar Yayınları ve Dağ Kokusu-Ceylan Yayınları vardı.) ‘’Aryen-Med Destanı’’ (Ceylan Yayınlar) adlı hayli başarılı bulduğum eserinden ne denli bahsetsem de eksik bir şeyler kalacaktır. Epik ve Lirik anlatımın birbirini tamamladığı çalışmasından, olsa olsa bir katreyi görünür kılmışımdır ancak. Ummanı katre ile değil, bizatihi kitabı edinerek okumanızla anlayabileceğinizi düşünüyorum.

   Açıkça söylemek gerekirse, her çalışmasıyla beni şaşırtıp sevindiren Değerli Can Yoldaşım Seyit Oktay’ın kaleminden damlayıp ummanlaşan edebi verimi ilgi ile okuyacağınızdan zerre miskal kuşkum yok.

   Masalları anlatırken öğreten tarzıyla Doğunun Bilgelik sırrına vakıf olmanın donanımının önemine de dikkat çektiğimi düşünmeden edemiyorum. Kim bilir, belki de yeni kitabının ışığı böylesi bilgeliklerden doğar. Şimdiden yolu açık, kalemi daim olsun diyorum…

   (Aryen-Med Destanı

Bir Peri Masalı Bir İnsan Hikâyesi, Seyit Oktay, Ceylan Yayınları 1. Baskı)

AYHAN KAVAK- Siverek T Tipi Hapishanesi