Korona günlerinde mahpusluk: Yaşamın dışına itilmiş gibiyiz

Görülmüştür Kolektifi'nin "Korona Günlerinde Mahpusluk: Tutsakların Korona Günlükleri" kitabı yayınlandı. Adil Okay'la 50 mahpusla birlikte çalışılarak hazırlanan kitabı konuştuk.

***

Zafer Kıraç* [email protected]

“Korona günlerinde içeride olan güzel insanları unutmayın, dışarıda yağmur yağsa içeride zemheri oluyor, bizden çok daha zor koşullarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar, mektuplar gitmiyor demeyin, geç de olsa gidiyor, onlara yazmaya devam edin…”

Zor geçen pandemi günlerinde mahpusları unutmayan Görülmüştür Kolektifi'nin 50 mahpusla birlikte çalışarak hazırladığı "Korona Günlerinde Mahpusluk: Tutsakların Korona Günlükleri" adlı kitap yayınlandı. Bu çalışma, on binlerce mahpusların salgın sürecinde neler yaşadıklarını, bütün bu olup biteni nasıl yorumladıklarını görebilme imkânı veriyor. *

Adil Okay'ın kurucuları arasında yer aldığı Görülmüştür Kolektifi’nin yıllardır bildiğimiz klasik sivil toplum kuruluşu kalıplarını yıkarak gayet devrimci bir örgütlenmeyle yaptıkları işlere hep saygı duydum. Görülmüştür emekçileri bir demokratik kitle örgütü gibi çalışarak, bütün deneyimlerini de kullanarak çok önemli bir çalışmaya daha imza atmış oldu. Yine bütün duvarlar ortadan kaldırılmaya çalışılmış, içerdekiler ve dışardakiler buluşturulmuş. Ben güzel yürekli insanların akıl ve vicdanlarının buluşması diyorum bu çalışmaya.

Benim de bir yazıyla katkı sunduğum, ‘Korona Günlerinde Mahpusluk' adlı bu kitap, inanılmaz bir emeğin ürünü. Adil Okay sorularıma yanıt verdi...

‘Korona günlerinde içeride olan güzel insanları unutmayın, dışarıda yağmur yağsa içeride zemheri oluyor, bizden çok daha zor koşullarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar, mektuplar gitmiyor demeyin, geç de olsa gidiyor, onlara yazmaya devam edin…’ diye çağrı yapmıştın. Kitap fikri nasıl ortaya çıktı ve gelişti. İçeriyle iletişim nasıl kuruldu.

Hep böyle olur. Dışarıda yağmur yağsa içeriye zemheri olarak yansır. "Korona Günlerinde Mahpusluk” adını verdiğim bu kitap fikri, pandemi döneminde bana gelen tutsak mektuplarından doğdu. 2020’nin mart ayında “Korona Günlükleri” yazmaya başlamıştım. Bu günlüklerin birini çoğaltıp 30 ayrı hapishanede kalan, dönem dönem yazıştığım yüze yakın mahpusa yolladım. Mektubumu alan tutsaklar Korona Günlüğü’me, cevap vermeye, hapishanede pandemi gerekçesiyle ağırlaşan tecridi yazmaya başladılar. Böylelikle hepsi birbirinden sarsıcı betimlemelerin olduğu tutsak mektupları çoğaldı. Birer sanat şaheseri sayılabilecek bu mektupları kitap olarak hazırlamak fikri bu süreçte gelişti.  Ancak yolladığım bazı mektupların ve cevapların hapishane virüsleri tarafından kaybedildiğini anlayınca onların yakınlarıyla iletişime geçtim. Örneğin hasta tutsaklardan Adnan Öztel’in günlükleri vasisi Neriman tarafından, Soydan Akay’ın günlükleri de avukatı Esra tarafından bana ulaştırıldı.

Kitap taslağı belli bir olgunluğa gelince, “korona zamanında hapishanelerin durumu”nu kitapta yer alan mektuplardan yararlanarak, kendi birikim ve gözlemleriyle harmanlayarak “sonsöz” yazman için senden ricada bulundum. Deneme tadında bir “sonsöz” yazdın. Hepimizin emekleriyle, bu kitapla tarihe bir not düşülmüş oldu.

Kitap hem içerdekiler hem dışardakiler tarafından nasıl karşılandı. Engellemelerle karşılaştınız mı?

Kitap yayınlanınca onlarca hapishaneye, yüze yakın mahpusa yollandı. Birçok hapishanede sorunsuz alıcıya verilirken, birçok hapishanede ise “sakıncalı” denilerek yasaklandı. Bazı hapishane idareleri ise –örneğin Balıkesir Burhaniye hapishanesi- “kurum kabul etmiyor” notuyla kitabı bana iade etti. Yani bu durum bile keyfiyetin, hapishane “eğitim” komisyonlarının kendilerini yasaların üstünde gördüklerinin kanıtıdır. Özellikle Engin Bulut adlı mahpustan yeni aldığım mektup bu keyfiyetin kanıtıdır. Kayseri Bünyan Hapishanesi'nde kalan Bulut, yolladığı mektupta “Korona Günlerinde Mahpusluk” adlı kitabın hapishane idaresi tarafından yasaklandığını, buna itiraz ettiğini, infaz hakimliğinin lehte karar vermesi üzerine alıp okuyabildiğini yazdı. Yani mahpuslar kendi kitaplarını okuyabilmek için hukuk savaşı veriyor.

Siz ve Görülmüştür Kolektifi bundan sonrası için mahpuslara yönelik hangi çalışmayı planlıyor?

Görülmüştür Kolektifi olarak hemen her yıl hapishane temalı yeni bir kitap yayınlıyor ve bir de sergi açıyoruz. Sergilerimizi Red Fotoğraf Grubu ile birlikte hazırlıyoruz. Fotoğrafçılarla mahpusları seçtiğimiz bir tema-imge etrafında buluşturuyoruz. Bu yıl hazırladığımız Özgürlüğün Sesi adlı sergi İstanbul’da açıldı ama pandemi nedeniyle başka kentlere taşınamadı. 2021 için ise yeni bir kitap çalışmamız var. Tutsak Doktor Ayhan Kavak ile birlikte içerideki yazar ve şairlerle söyleşiler yapıyoruz. Bu söyleşiler yıl sonuna kadar kitap olarak yayınlanacak.

Sevgili Adil Okay’a teşekkür ederim. Sizi mahpusların günlüklerinden alıntılarla baş başa bırakmak istiyorum...

"Bir gün havalandırmada gezerken, arı vızıltısına benzer bir ses işitiyoruz. Vızıltı diyorum ama ses yüksek. Şayet bir arıysa, kocaman bir arı olmalı, diyoruz şakayla karışık. Merak edip başımızı göğe kaldırıyoruz ama görünen bir şey yok. Ses gittikçe yaklaşıyor. Ve sonunda bizim arı semalarda görünüyor. Daha önce sadece televizyonda görebildiğimiz drone, hapishanenin üstünde yavaş yavaş dolaşıyor. Anlaşılan idare, sayım ve arama açığını drone'la kapatmaya çalışıyor ve 'Gözüm üzerinizde' diyor."

"Dışarısı için kurallar getirilir de kural tuğlalarıyla inşa edilen içerisi için yeni kurallar getirilmez miydi hiç, çok geçmeden biz de yeni kurallarımıza kavuşuyoruz. Açık ve kapalı aile ziyaretleri, iç ziyaretler, sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitsel faaliyetler askıya alınacaktı. Oda değişimleri yapılmayacaktı. Dışarıdan gönderilen koliler verilmeyecekti. Mektuplar geciktirilerek verilecek ve gönderilecekti. Başka hapishanelere sevkler yapılmayacaktı…"

'DOKTORA GİTMEK YOK, ZİYARET YOK, AVUKAT YOK...'

"Ve komik kimi yeni kurallar. Zaten dar olan mekanlarımız daha da daralıyor. Odalarımıza tıkılıp kalıyor, dışarı ile nerdeyse tümden yalıtılıyoruz. Eski hal de öyle güllük gülistanlık değildi ama salgınla birlikte oluşan yeni hal, zindan gerçekliğini daha esaslı hissettiriyor. Bununla birlikte bir parça rahatlatıcı kimi yenilikler de yaşanmıyor değil. Günde üç defa yapılmakta olan sayımlar bir defaya düşürülüyor ve sık sık yapılmakta olan oda aramaları askıya alınıyor. Haftada bir defa olan telefon hakkı ise iki defaya çıkarılıyor. E bu kadarı da olsun artık. Yavaş yavaş eski normale mi dönüyoruz acaba?... Ama yakın zamanda böyle bir olasılık mümkün görünmüyor. Bu da salgının dışarıdaki seyrine bağlı. Zaten bizde içeriden çok dışarıyı düşünüyor ve konuşuyoruz."

"Görevliler sabah sayımına geliyorlar. Kendimi başka bir gezegende hissediyorum, zira bembeyaz kıyafetler giyinmişler ve uzay filmlerinde ki gibi bir görüntüye şahit oluyordum. Oysa tutsaklara ne maske, ne kolonya ne de eldiven verilmişti ve gün be gün hak ihlalleri vardı. Ve bu korona günleriyle mağduriyet zirve yapıyor. Üstelik doktora gitmek yok, ziyaret yok, avukat yok, sevk yazma yok, matbu yok, sohbete çıkmak yok, berbere gitmek yok, spora çıkmak yok, radyo yok, dergi yok, yok oğlu yokla baş başa kalıyorum…"

"Tıpkı bayramlarda olduğu gibi kuşatılmış, karanlık mekanlara bahar hiç gelmez. Bahar, burnu iki karış havada hep teğet geçmiştir hapishaneleri. Korona günleri dışarıda da baharı olmayan bir yılı yaşattı. Görünen o ki yılı/yılları olmayan bir asır biçiminde tarihte yerini alacak..."

"‘Evde Kal' çağrısı bize 'zindanda kal' diye dönüş yaptığından beri mevcut sürecin nelere gebe olacağını merak edip durmaktayız. Basına yansıyan ilginç ve ayakları havada tespitlerin haddi hesabı yok."

"Biz artık tamamen yaşamın dışına itilmiş gibiyiz. Bakanlık tüm görüşmelerimizi yasakladı aile, arkadaş, avukat hepsi yasaklı. Aylardır gördüğümüz insan yüzü sayısı ikiyi geçmez. (Hücreler üç kişilik!) o kadar güvenli bir limandayız ki kıyamet kopsa ve ölsek haberimiz olmayacak. Fakat korkmuyoruz çünkü ayda bir defa dağıtılan (üç kişiye bir litre!) sıvı sabun sayesinde tam bir güven içindeyiz."

"Ve maalesef bizler başka bir cezaevine gitmeyi beklerken, bulunduğumuz koğuştan başka, daha küçük bir koğuşa alınıyoruz. Salgından dolayı karantina koğuşları açılacakmış... Tartışmalar, itirazlar pek sonuç vermiyor maalesef. Kasabın et derdinde olduğu yerde. Yerleştiğimiz koğuşun havalandırması dar ve pencereler sığ eleklerle körleştirilmiş. Bir haftayı yoğun bir temizlikle geçiriyoruz. İlk darbeyi yavru kafes kuşlarımız yiyor maalesef. Birkaç gün içinde bir bir ölüyorlar gözlerimizin önünde..."

'AYLARDIR ZİNDAN İÇİNDE YAŞIYORUZ'

"Son yıllarda iyi günlerimiz, daha doğrusu iyi anlarımız o kadar azaldı ki, zaman zaman ehven-i şer durumları arar hale gelebiliyorum. Duvarlarımı öte yakasındaki insanların çoğu bunu duyumsamıyor. Bizlere çok yakın olan ailelerimiz, arkadaşlarımız bile parça parça ama hep kötüye giden zindan halini göremiyor çoğu zaman. Binaların modernliği ve alfabedeki harfler yarışırken, iç dünyası koşulları ters orantılı geriliyor neredeyse her şey gerilemenin bir vesilesi olarak kullanılıyor. Şimdi de pandemi!"

"Aylardır zindan içinde zindan yaşıyoruz. Atölyeler, kurslar, spor sahaları, sohbet alanları kapalı, revir yok, ziyaretler varla yok arası..."

"Karantina sürecimde, 19 gün boyunca özel olarak tutulduğum bu yerde ranza, yatak ve bir pencere dışında hiçbir şey yok. Pencerede vidalar ile kapatılmış durumdaydı. O şekilde içeriye konuldum. Pencerenin açık olmaması, havaların aşırı sıcak olması ve içerinin havasız olması. Bir insanın katlanabileceği bir durum değil."

"Hapishanede karantinada olmak! Sanırım en ağır tecrit ortamında bulunmakla aynı anlama geliyor. Şu an mevcut koşullar içinde zaten ağır bir tecridi yaşamaktayız. Korona virüsü salgını başladığı andan itibaren sohbet, spor gibi faaliyetler ilk elden ortadan kaldırıldı, ziyaretler yasaklandı ve 24 saat boyunca hücrelerde kalma zorunluluğu getirildi. Dışarıdaki sokağa çıkma yasaklarını bir düşünün. İnsanlar belli olanakları olmasına rağmen 2-3 gün dahi evde kalmakta zorlandılar. 65 yaş üstü ve 20 yaş altı insanlar bu süreci daha bir uzun yaşadılar. İşte bu noktada bir de tutsakları düşünün. Ellerinde hiçbir iletişim aracı, olanak olmadan daracık 3 kişilik ve tek kişilik hücrelerde 24 saat boyunca aynı, rutin şekilde bir yaşam. Bir yakının korona virüsten ölse telefon görüşmesini beklemen gerek. Bu durumda günler bile aynılaşmaya başlıyor. Koronadan önce hafta sonları yaşadığımız hareketsizlik, korona virüsü ile birlikte artık günlük hale döndü. İşte Korona tutsaklara bunu dayattı."

"Elbette bunu yalnız koronaya bağlamak haksızlık olur. Çünkü devletin de yıllardır tutsaklar üzerinde uygulamak istediği şey tam buydu. Toplumdan yalnızlaştırmaya çalışmak.!"

"Virüs, kara kargalar, tabut gibi bir çatı. Her şeyin ölümü hatırlattığı bir ortam. Korku filminde kullanılabilecek metaforların çoğu mevcut. Lakin film o kadar yavaş ilerliyor ki, seyreden filmden kopuyor ya da her gün aynı filmi seyreden insanın artık ürperecek sahne bulamaması, her sahneyi çözdüğü için korkmaması gibi bir durum yaşanıyor. Hapishanenin şimdiki halinin uyandırdığı da böyle bir his. Bir tabutun içinde yaşadığınızı düşünüyorsunuz, leş kargaları dönenip duruyor tepenizde ve dünyanın en kolay bulaşan ölümcül virüsü sizi bulabilir. Ama korkmuyorsunuz..."

*İnsan Hakları Çalışanı

Kaynak: Duvar Gazetesi