Bircan Yorulmaz: Duvara çarpmadan yürümek bile büyük bir ihtiyaç

Manset_yedek_%2832%29

MAHPUS SİYASETÇİ SİNCAN CEZAEVİNDEN YANITLADI

Bircan Yorulmaz: Duvara çarpmadan yürümek bile büyük bir ihtiyaç

2020’den beri hapishanede tutulan siyasetçi Yorulmaz, “Hukuki bir neden-sonuç ilişkisinin olmadığı bu davada her şey siyasi gelişmelere bağlı. Bu durumun kendisi bile bir nevi işkence” diyor.

Evrim Kepenek

İstanbul - BİA Haber Merkezi

25 Ekim 2022, Salı 00:02

“Kobanî iddianamesinde benimle ilgili bölümde, “içinde Kürt geçen her şey bu ülkede turnusol işlevinde” dediğim bir tweet’im de yer alıyor.

"Kürt meselesi bu ülkede her zaman turnusol işlevi görmüştür. Bu davanın kendisi ve dışarıdaki yansıması da bunu bir kez daha ispatlamıştır…”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski MYK üyesi Bircan Yorulmaz, “turnusol işlevinde” diye eleştirdiği hak ihlallerine sanığı olduğu Kobanî davasında bizzat tanık oluyor.

Yorulmaz’ın İstanbul’daki evi 24 Eylül 2020’de polislerce basıldı, gözaltına alındı. Bir hafta sonra tutuklandı. O tarihten beri Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde.

Yorulmaz’ın tutuklanmasının ardından “serbest bırakılması” için bir “Bircan Yorulmaz’ın yanındayız” ismiyle bir dayanışma grubu kuran arkadaşları, davayı bir ciddiyetsizlik olarak gürüyor. “Bizler Bircan’a tanığız. Arkadaşımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyor ve ekliyoruz; Bircan’ı alabilirsiniz, gülümsemesini ve neşesini ne yapacaksınız?” diye soruyor.

“Çiğdem üretkenliğinden vazgeçmez”

Sizden sonra arkadaşınız Çiğdem Mater de tutuklandı. Ona bir mesajınız var mı?

Çiğdem’e Gezi Davası’ndaki diğer arkadaşlarımla tutuklandığı günün akşamı yazdığım ilk mektupta, “hukuksuzluk bu denli büyük olduğunda bundan dönüş de bu denli kesin ve hızlı olacaktır” demiştim. Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum.

Buna inanmamız, demokrasiye, adalete ve hukuka olan inancımızı yitirmeden bu süreci atlatmamız gerekiyor. Bununla birlikte bu dönemi bedenimizi, aklımızı, ruhumuzu koruyarak ve besleyerek geçirmeliyiz.

Çiğdem gibi üretken biri duvarlar içine kapatılsa da üretkenliğinden vazgeçmez. Çiğdem, seni yapmadığın bir filmden mahkûm ettiler ama bu durumun kendisi bile yapacağın nice filmin konusu ve ilhamı olacaktır. Gerisini iktidar düşünsün:) Son mektubunu yanıtlayıp postaya verdim.

“Yazdığım mektuplar hayatımın en güzel kısımları”

Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor?

İki yıllık cezaevi sürecinin son 18 ayının aşağı yukarı tamamı 2 haftalık duruşmalar sonrası 2 haftalık aralarla devam ediyor.

Neredeyse duruşma salonunda yaşıyor gibiyiz. Duruşma periyotları arasında biraz dinlenmeye çalışıyoruz ama sadece biraz. Zira dosyaya giren binlerce sayfalık belge bize tebliğ ediliyor ve onları incelememiz gerekiyor.

Davadan kalan zamanlarda mümkün olduğunca gündemi takip ediyoruz. Halk TV, KRT, Tele 1 gibi kanalları izlememize izin çıkmadı. Ana akım medyaya zorunlu olarak maruz bırakılsak da muhtemelen dışarıdaki pek çok kişiden daha fazla gündeme hâkimiz.

Bunun dışında kalan tüm boş zamanlarımda okumaya ve yapabildiğimce yazmaya çalışıyorum.

Cezaevinin tek iyi yanı, dışarıdayken okuyamadığım kadar çok okumamı sağlaması.

Sevdiklerime yazdığım mektuplar burada hayatımın en güzel kısımlarından oluyor.

Çok kolay yazan biri olmadığım halde ara ara davanın geneli, duruşmalardaki gelişmeler hakkında basına, sesimi duyurabildiğim gazetecilere pek sık olmasa da yazmaya çalışıyorum.

“Mahkeme hukuktan çok uzak”

Yaklaşık 2 yıldır süren davalarda mahkemenin tavrını nasıl buluyorsunuz?

Herhangi bir mahkeme heyetinin iktidarın söylemlerinden etkilenmemesinin neredeyse imkansız olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Bizim dava heyetimizi bundan azade tutmamız hiç mümkün değil. Tam tersine, iddianamenin kabulü aşamasından itibaren inanılmaz hukuksuzluklara imza atıyorlar. Bunlar öğrenilsin diye ben de dava sürecini zaman zaman yazmaya çalışıyorum.

Davanın ilk gününden beri, lehimize olup kendilerinin talebiyle dosyaya eklenen ya da bizim getirttiğimiz delillerden birini bile hukuki çerçevede değerlendirmeyip, yok sayan bir tutumla karşı karşıyayız.

İktidarın siyasi saiklerle yarattığı soruşturma dosyamızı hukuki çerçevede değerlendirme yükümlülüğü olan mahkeme heyeti maalesef bu sorumluluğunu hatta zorunluluğunu yok sayıyor. Hiçbir hukuki delil olmaksızın ceza verme eğilimini her celse ve oturumda belli ediyor.

“Günay Kubilay’ın arkadaş görüşçü hakkı engelleniyor”

Özellikle son mektubunuzda bir kesime de tepkiniz vardı. “Hak hukuk diyenler, konu HDP olunca sessiz gibi” Bu kısmı biraz daha açar mısınız?

Kobani iddianamesinde benimle ilgili bölümde, “içinde Kürt geçen her şey bu ülkede turnusol işlevinde” dediğim bir tweet’im de yer alıyor.

Kürt meselesi bu ülkede her zaman turnusol işlevi görmüştür. Bu davanın kendisi ve dışarıdaki yansıması da bunu bir kez daha ispatlamıştır.

Bahsettiğiniz mektubumdaki tutuma gelecek olursak, AKP-MHP yani Cumhur İttifakı zaten kendi misyonuna uygun davranıyor. Başta Kürtler olmak üzere tüm muhalif kesimleri sindirmek ve yok etmek için her tür yola başvuruyor.

Benim tepkiden ziyade sitemim, kırgınlığım kendine muhalif, demokrat, liberal, sol, sosyalist diyen kesimlere. Ankara’nın göbeğinde ayda iki hafta, her günü inanılmaz hukuksuzluklara geçen bir dava görülüyor. Ancak görülmüyor, yok sayılıyor.

Ne acı ki, hukuksuzluklarda bile bir hiyerarşi oluşturuluyor. Kobani Davası’nda olduğu gibi, HDP’ye ve Kürtlere dönük adaletsizlik ve hukuksuzluk, takip edilme, duyurulma ve sahiplenilme sürecinde en alt sıralarda yer alıyor.

Bunun nedenlerinin başında yaratılan korku iklimi geliyor; ancak bu korkuya teslim olmak biz muhaliflerin kabul edebileceği bir şey olamaz.

Bakın bu hukuksuzluklar sadece mahkeme salonlarında söz konusu değil. Dava arkadaşım Günay Kubilay iki yıldır tutuklu ama bugüne dek yaptığı tüm başvurulara rağmen hâlâ tek bir arkadaş görüşçüsü yok.

Başvuruları sürekli reddediliyor ve dolayısıyla arkadaş görüşçü hakkı kullandırılmıyor. Bu ve benzeri hiçbir konuda sesimizin tam duyulduğunu sanmıyorum.

Cezaevinde sizi en çok etkileyen durumlar nelerdir?

Cezaevinde olmak :)

Hayatımda ilk kez gözaltına alındım, ilk kez tutuklandım ve ilk kez cezaevine girdim. Sadece siyaset yaptığım için, HDP’de siyaset yaptığım için 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle ve on binlerce yılla yargılanıyorum. Hukuki bir neden-sonuç ilişkisinin olmadığı bu davada her şey siyasi gelişmelere bağlı.

Bu durumun kendisi bile bir nevi işkence. Dışarıda çok aktif bir iş hayatım vardı. Kültür, sanat ve zanaat çalışmaları yapıyordum.

Pek oturan, bir mekâna sığan biri sayılmam, canım çok tezdir. Şimdi dört duvar arasında, neredeyse hiçbir kapıyı kendimin açamadığı, zamanın sistemin bürokratik ağırlığı ile ağır çekimle yaşandığı bir ortamdayım.

Herhangi bir talebiniz için yazacağınız bir dilekçeye –ki her şey için dilekçe şart- yanıt almak için, günler / haftalar geçmesi gerek. O da eğer cevap verirlerse. Her yer beton, tek bir yeşilin olmadığı bir yerde hayatınız geçiyor. Duvara çarpmadan yürümek bile büyük bir ihtiyaç. Sonuç olarak özgürlükten mahrum olmanın kendisi nefes darlığı gibi, yaşıyorsunuz ama eziyet çekiyorsunuz.

Son olarak vişne likörünü, domates konservelerini tüketeceğiniz ve yeniden yapacağınız günlerde dışarıda başka neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Sanırım ilk önce uzun, çok uzun saatler boyunca yürürdüm, mümkünse denizi seyrederek. Sonra görüşemediğim zamanların acısını çıkarır, ailem ve arkadaşlarımla günler, haftalar geçirirdim. Uzun rakı masalarında sohbetler ederdim. Sonra, sonrasında yapacak o kadar çok iş var ki. Mesela artık cezaevleri sorunları ile daha fazla ilgilenirdim. Onların sesi, eli, ayağı olmaya çalışırdım.

İzlenecek tiyatrolar ve onlarla ilgili yazılacak yazılar birikti. Onları izlemek için sabırsızlanıyorum. Deniz Aras, birlikte izlememiz gereken filmlerin listesini yaptı, onları izleyeceğiz. Solan her çiçeğimin yerine üç çiçek dikeceğim. Bunca zaman dokunamadığım kayın, meşe, ıhlamur ağaçlarına dokunup yeni heykeller, rölyefler yapacağım.

Ama bunlara başlamadan önce kendime yeni bir iş bulmam gerekir, zira bu dava ve tutukluluk beni işimden de etti:)