Tutsak yazar "Sadık Aslan ile Baştan Başa"

Ülkemizdeki ekonomik kriz -bekleneceği üzere- ilk önce kültür ortamını sarstı. Nitekim günlük gazetelerin tirajları yerlerde sürünüyor. Sinemalarda film seyretmek desen ateş pahası. Kitap alıp, okumak bile hiç kolay değil. Biraz da bu yüzden özellikle bizim cenahtaki yayınevleri, yeni kitaplar yayınlarken, üzerinde çok düşünüyor ve yayınlayıp yayınlamamakta kılı kırk yarıyorlar.

İşte böylesi bir ortamda, Dipnot Yayınları Sadık Aslan’ın “Baştan başa” isimli öykü kitabını yayınlamayı göze almış. Yanlış mı yapmış; hayır! Ben Sadık Aslan’ı epey uzun bir süredir tanırım. Kendisiyle dışarıdan içeriye ve içeriden dışarıya mektuplaşmaya başlamamızın üzerinden 10 yıl geçmiştir herhalde. Tutulduğu cezaevlerinde boş durmayıp, bir şeyler yazan-üreten kişilerden biridir kendisi.

Nitekim bu öykü kitabı Sadık Aslan’ın yayınlanan ilk kitabı değil. Bu öyküleri okuyanlara onun yayınlanan ilk kitabı -hem de öykü değil roman- olan Kor Kitap’tan çıkan “İklim Kahverengi”yi hiç ikirciklenmeden önerebilirim. Sadık Aslan, güneyimizdeki komşumuz Suriye’nin coğrafyasını ve insanlarını çok iyi biliyor ve bu yüzden orayla ilgili sahici öyküler ve roman yazıyor.

Romanını mı, yoksa öykülerini mi önce yazmıştı bilmiyorum; önemli de değil zaten. Ancak daha önce de belirttiğim gibi, Sadık Aslan oraları iyi biliyor. Elbette sadece bilmek yetmez. Bunu iyi bir anlatıcı gibi anlatmak-yazmak gerekir. Bu öyküler, ilk öyküler olmanın verdiği acemilikleri bir yana bırakmasak da okunmayı gerçekten hak eden olgunlukta.

Sadık Aslan’ın öyküleri boylu boyunca uzanan Amanos Dağları’ndan geliyorlar. Sorkê köyünün toprak yolundan geçip, Amanosların yamaçlarına serpilmiş köylerin cılız ışıklarını getiriyorlar. Çocuklar sabırsızlıkla koşup ellerini ayaklarını suya daldırmaya başlıyor. Akan su aralıklarla gölcükler oluşturmuş.

Dahası avluya sonradan eklenmiş bir terasta oturuyoruz. İki karakol arası uzanan sınır telleri tam karşımıza düşüyor. Çocuklar köşede yine toprakla oynuyorlar. Asfaltta kulağı okşar biçimde yumuşak bir akış sesiyle ilerleyen araçlara dalıyoruz.

Daracık bir alanda bile olsa seyrini kestirebildikleri, öngörebildikleri bir hayatın verdiği güvenlik duygusu rahatlatıyordu onları belki de. Ötesi risk, ötesi belirsizlik ve bilinmezliktir çünkü. En iyi bildiklerini yaşayarak var kılıyorlardı kendilerini. Hep öyle yaşamışlardı. Başka türlü yaşamak gelmiyordu akıllarına. Yeni bir yol, farklı bir tercih…

Uzaktı onlara. Kabullenilen bir hayatın dışına kolay kolay çıkmak herkesin harcı değildi. Gündelik tasalarıyla, canlı hâlleri ve tembellikleriyle, neşeleri ve derin olmayan kederleriyle, masumiyetleri ve zararı küçük çekişmeleriyle, büyütmemeyi bildikleri sıkıntılarıyla bu onların hayatıydı. Gördükleri, duydukları başka hayatlar da vardı.

Ama yenisini denemek zordu. Daracık bir alanda bile olsa seyrini kestirebildikleri, öngörebildikleri bir hayatın verdiği güvenlik duygusu rahatlatıyordu onları belki de. Ötesi risk, ötesi belirsizlik ve bilinmezlik. En iyi bildiklerini yaşayarak var kılıyorlardı kendilerini.

Kaynak: Yeni Yaşam