"HAPİSTE YAZMAK... BİR TERCİH DEĞİL, ZORUNLULUKTUR... TUTSAK YAZARLARDAN AÇIKLAMA...

Muzaffer Tansu

HAPİSTE YAZMAK... BİR TERCİH DEĞİL, ZORUNLULUKTUR.

Edebiyat; bir boşluğun sürekli olarak yeniden isimlendirilmesidir.
Edward Said

HAPİSHANE VE EDEBİYAT İLİŞKİSİ:

Bu iki kelime birbirine çok uzak gibi görünebilir. Fakat; edebiyatın bilinen özelliklerinin yanında, dünyanın kirli yüzüne karşı bir direniş olma özelliği de vardır. Bu nedenle özgürlüğü bayrak edinir ve toplumsal gelişmelere kayıtsız kalamaz, sömürü düzeninin karşısında ezilen halkların yanında yer alır. Hapishanelere kapatılan yazarlar; insanlık tarihinin her döneminde, dünyanın bütün coğrafyalarında görülmektedir. " Hapishane – Edebiyat ilişkisi de ağırlıklı olarak bu yazarlarca kurulmuştur" tezini ortaya atabiliriz. Bunun örnekleri dünya genelinde olduğu gibi, yaşadığımız coğrafyada da fazlasıyla mevcuttur.  Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif, Sabahattin Ali, Kerim Korcan, Can Yücel, Aziz Nesin gibi edebiyatımızın büyük ustaları, yaşamlarının hatırı sayılır bir bölümünü hapishanelerde tüketmişler; ancak toplum nezdinde en çok kabul gören yapıtlarını da, mahpusluk yıllarında üretmişlerdir. Nazım'ın " Bugün Pazar" şiirini Bursa Hapishanesinin havalandırmasında yazdığı; Sabahattin Ali'nin, daha sonra Edip Akbayram yorumuyla dillerden düşmeyen " Aldırma Gönül" isimli şiirini, Karadeniz'in deli dalgalarının hapishane duvarlarını dövdüğü Sinop'ta kaleme aldığı, sinema tarihimizin unutulmazları arasına giren " Tatar Ramazan'ın", Kerim Korcan'ın kaleminden mahpusluk yıllarında çıktığı olanca ihtişamıyla gözlerimizin önündeyken, hapishane – edebiyat ilişkisini yadsıyamayız.

 HAPİSTE YAZMAK MEKTUP İLE BAŞLAR:

Her mahpus isteyerek ya da istemeyerek, kâğıt kalemle yakınlık kurmak zorundadır. Demir kapıların hiç beklemediğiniz bir anda üzerinize kapanıp, bedeniniz üç duvar bir kapı konseptinde yaşamaya zorunlu bırakıldığı andan itibaren, teknolojinin amansız gelişimine yenik düşerek peyderpey tedavülden kalkma merhalesine giren mektuba dört elle sarılırsınız.

Mektup; tüm mahpuslar tarafından kabul görünen ve en sevilen yazı türüdür. Yemek, su, hava kadar yaşamsaldır mektup. Beklentidir, iletişimdir. Mahpusun dış dünya ile gün ve saat sınırlaması olmaksızın en özgürce iletişim kurma şeklidir. Ne ziyaret gibi haftada bir saat ile, ne de telefon gibi on dakika ile sınırlıdır. Hangi vakit ihtiyaç duyulsa, koşup gelecek tek kadim dosttur mektuplar. Anneden, babadan, eşten, çocuktan, kardeşten, sevgiliden, dosttan

gelebilecek en güzel hediye ve mahpusun en değerli en özel eşyasıdır mektuplar. Yazan kişinin yakınlığı ve arz ettiği öneme göre defalarca okunur, ezberlenir dikkat ve şefkatle katlanarak zarfına konulur. Bu mektuplar, doğal afetlerde öncelikli kurtarılacak eşyaların başındadır. Gelen mektuba cevap yazmak da en az okumak kadar önemlidir. Zihinde biriken düşünceler, umutlar, pişmanlıklar, haksızlıklar, özlemler, duygular, isyanlar kâh sabahın solgun ışığında, kâh gecenin sükûtunda kalemin kâğıt üzerindeki dansı ile azalıp gider.

Bu arada; hayatın her noktasında var olan risk faktörü sahneye çıkar, özlemle beklenen mektuplar sahiplerine ulaşamadan kaybolup gider!.. Her mahpusun ölülerini barındıran bir kayıp mektuplar mezarlığı vardır bilinmeyen bir yerlerde. Kim bilir!... Belki bir gün zehirli atıklar, silahlar gibi toprak altından çuvallar dolusu mektuplar çıkacaktır.

Mahpusluğun ilk yıllarında coşkun bir ırmak misali mazgaldan akan mektuplar, yılların artmasıyla orantılı olarak azalır, kuraklık baş gösterir. Böyle zamanlarda mektup diyarından göç kaçınılmaz olur. Hareket vakti gelmiştir artık. Kaplumbağa misali evini sırtında taşıyan mahpus; günlük, anı, şiir, deneme, öykü ve romandan oluşan yol güzergâhlarından birini seçerek yoluna devam eder.

NEDEN HAPİSTE YAZMAK BİR TERCİH DEĞİL, ZORUNLULUKTUR:

Unutulduğu, yalnız bırakıldığı, kırıldığı, örselendiği, hayal kırıklıkları yaşadığı dönemlerde; mahpusun sığınacağı en sakin ve huzurlu liman yazıları olmuştur. Hapiste geçirilen her yıl, mahpusu dışarıdaki yaşamdan ve insanlardan biraz daha koparıp hayata daha az dokunmasını sağlar. Oysa mahpus bu süreçte hayatın içinde her zamankinden daha çok kalmak, varlığını daha çok hissettirmek ilgi görmek ister. Ayakların yürüme, gözlerin görme, dilin konuşma, kulağın duyma özelliklerinin birkaç metrekareyle sınırlı tutulduğu bir ortamda yazmak, mahpusun özgürlüğe uzaman tek yoludur. Bu yolun adının anı, şiir, deneme, öykü ya da roman olması, formaliteden ibaret bir tercihtir.

YAZMAK BİR FİRAR EYLEMİDİR:

Kendi iç dünyasında yolculuklara çıkar mahpus zaman, mekan, kimlik kavramlarından uzaklaşıp kâğıt üzerinde bir hayat kurar. O hayatın içerisinde yarattığı karakterlere yoğunlaşır; onların içerisinde var olma mücadelesine girişir. Yarattığı karakterleri kendisinin yasaklı olduğu toplumun içerisine bir ajan misali sokar. O karakter yaşam içerisindeki temsilcisi olur mahpusun. Onun söyleyemediklerini söyler, göremediklerini görür, yapamadıklarını yapar, onun yarıda bıraktığı misyonu tamamlama gayreti içerisine girer. Dikkat edin!... Üniversite eğitimi yarıda kalan bir yazar mahpusun ürettiği karakterlerin bir bölümü mutlaka üniversite öğrencilerinden oluşur!..

"YAZMASAM ÇILDIRACAKTIM" DER SAİT FAİK ABASIYANIK:

Mahpusun yazma eylemini en iyi anlatan cümledir bu kanımca.

MAHPUSU YAZMAYA İTEN BİRİNCİL NEDEN YAZAR OLMAK DEĞİLDİR;

Yazı sürecinin ilk aşamasında yazılanlar sır gibi saklanır, başka bir gözün değmesi istenmez. Çünkü yitirdiği somut ve soyut tüm kavramları yazılarıyla telafi etme çabası içine girmiştir.

HAPİSTE YAZMANIN ZORLUKLARI:

Bilgisayarın artık ceplere girdiği 2000'li yıllarda sanırım mahpuslar dışında üretimlerini el yazısıyla kaleme alan kimse kalmamıştır. El yazısıyla yazmanın, fiziksel zorluğundan ziyade, yayın dünyasında kabul görmemesi de mahpuslar için yazma sürecindeki zorluklardan yalnızca biridir. Gözlem yapamamak da - özellikle öykü ve roman seçen mahpuslar için büyük bir sorun teşkil eder. Yıllarca dört duvar arasında kalan mahpus, göz unutkanlığı yaşar. Göremediği bir nesneyi okura anlatmakta, tasvirde büyük zorluklar çeker. Edebiyatın olmazsa olmazlarından biri olan tasvir konusunu çözümlemek için mahpus yazarlar akla hayale gelmeyecek yöntemler geliştirerek " icatlar ihtiyaçlardan doğar" sözünü desteklemektedirler.

Teknolojik gelişmeler, mahpus yazarları zora sokan bir diğer faktördür. On yıldır hapiste olan bir mahpus, bütün yeniliklerden bihaberdir. Dizüstü bilgisayar, plazma TV, flash bellek, kameralı ve internet erişimli cep telefonu göremeyen mahpus yazarlar çoğunluktadır. Haliyle kurguladıkları karakterlerde, bu iletişim araçlarını kullanmakta acemilik yaşamaktadır.

Cep telefonlarının fotoğraf makinesi işlevi gördüğü ve dijital fotoğraf makinesinin hüküm sürdüğü dönemde; biz mahpusların öykülerindeki karakterler, fotoğraf çekmek için halen filmli fotoğraf makineleri kullanmak gibi traji-komik olaylara imza atmaktadır. Fiziksel imkansızlıklardan kaynaklanan sorunlarda göz ardı edilmemelidir. Yazmak için gerekli olan sessiz ortamı sağlamak her zaman mümkün olmamaktadır. Kaldı ki yazı yazmaya uygun bir yer bulmak bile, mahpusun tercihinden çok fiziksel ve sayısal şartların uygunluğuna göre şekillenmektedir. Ayrıca, yazınsal çalışmalarına ayırdığı zaman ve gereksinim duyduğu yalnızlık nedeniyle bulunduğu topluluktan uzak kalmasının, uyum sorunu ve asosyallik gibi algılanması da, mahpus yazarların lokal olarak yaşadığı sıkıntılardan biridir.

Kendi iç dünyasından kaynaklanan en büyük sorun ise şüphesiz oto-sansürdür. Yazdıkları öncelikle kendi içerisinde bir rahatsızlık yaratabilir. Yok saydığı, sumen altı ettiği kabuk bağlayan düşüncelerinin, bilinçaltından firar edip yazılarına sızması ya da yazdıklarının yakın çevresini üzecek olma ihtimali - özellikle anı türünde - mahpusu oto-sansüre yöneltir. Oto-sansürün bir başka boyutu ise sansüre uğrama ihtimalidir. Mahpus sansüre uğrama riskine aşırı duyarlılık gösterir. Bu bir onur meselesine dönüşebilir. Sansüre uğramaktansa oto-sansüre yönelir. Adeta kendi parmağını kendi keser.

KOZADAN ÇIKMA VAKTİ:

Mahpusun yazma serüveninde kaleminin yetkinleşmesi ağır, sancılı, çetrefilli ve asla tamamlanmayacak bir süreçtir. Yazı arşivinin günbegün şişmesi mahpus için kendi içerisinde bir sorgulama sürecini başlatır. "Neden yazdığını" bilen mahpus " Hangi amaçla yazmaya devam etmeliyim" sorusuyla kritik yol ayrımına gelir. Yüzleşme ve kendi içsel kozasından çıkacak edebiyatın büyülü cazibesine kapılır, dönüşü olmayan bir yola girer.   

YELDEĞİRMENLERİYLE SAVAŞMAK:

Dünya edebiyatını, tarihsel edebi akımları incelemeden, kendinden önceki kuşakları okumadan, anlamadan yazmak, yel değirmenlerine karşı bir savaşa girmek kadar nafile bir çabadır. Dale Carnagie "İnsan konuşacağı şeyden kırk kat fazlasını bilmiyorsa, konuşmamalıdır" demiştir. Yazmanın; daha zorlu bir süreç olması varsayımıyla yazar, üreteceği her edebi eser için en az yüz kat fazlasını okumalıdır. Mahpusu günlük konuşma dilinden kurtaran edebiyat diline dönüştüren sihirli değnek kitaplardır. Bu noktada Mark Twain'in sözlerini dikkate almak gerekir "İyi kitaplar okumayan bir kimsenin, okumasını bilmeyen insanlardan farkı yoktur." Okunacak her doğru kitap, yazarın yetkinleşme sürecine ve dilinin oturmasına katkı sağlayacaktır.   

YAZIYORUM! O HALDE OKUNMALIYIM:

Yazmak, yaratımsal bir eylem olduğundan yazan kişide, tanrısal bir kategoriye koyar kendini. Çoğu zaman yazdıklarına toz kondurmak istemez üretimlerinin yayınlanmasını ilk aşamada yazarın kendisini cennette hissetmesini sağlar. Bir mahpus için eserini yayınlatmak ve olumlu eleştiriler almak hayati öneme sahiptir.

EDEBİYAT İLE YAYINEVLERİNİN GENEL YAPISI VE MAPUS YAZARLARA BAKIŞI:

Öncelikle edebiyat dergilerinin yayın stratejilerini irdelemek ve sorgulamak gerekir. Günümüzde taşra dergileri ve fanzinlerle birlikte üç yüze yakın edebiyat dergisi yayınlanıyor. Her yıl on dergi yayın hayatını sonlandırsa yerine on yeni dergi çıkıyor. Büyük bölümü dağıtım, satış ve/veya abonelik sistemini oturtamayan  bu dergilerin (genellikle) karmaşık nedenlerden ötürü mahpus yazarlara sayfalarını açmakta isteksiz oldukları da bir gerçektir.

YAYINEVLERİ:

Emperyalizmin medyayı ve yayıncılığı dünya ölçeğinde geniş bir işlevsellikle kullandığı bu dönemde ülkedeki yayın sektöründe büyük finans medya ve sanayi şirketlerinin yatırım alanlarına girdiği görülmektedir.  Bu yapılanmada ticari kaygılar ve şirket menfaatleri edebi dergilerin önüne geçmektedir. Edebiyat ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, kitap tozu yutmamış, kokusunu solumamış bir takım medyatik unsurların aşk hayatlarını anlattıkları, birbirlerinin ipliğini pazara çıkardığı, edebiyat adına hiçbir anlam barındırmayan kitaplar medya gücüyle liste başı yapılmaktadır.

Bu yayın sektörü; yazarlar ile birden fazla kitabı kapsayan paket sözleşmeler yaparak yazarın; o yayın grubunun gazete - dergilerine röportaj verip, onların televizyon programlarına katılmalarını sağlamakta, yazarın bağımsızlığını elinden almaktadır. Öyle ki bugün edebiyat çevrelerinde bile en tanınan yazarlar, Doğancı, Altıncı, Merkezci, Bankacı gibi nitelendirmelerle tanımlanmaktadır. Böyle bir yayın sektörü sadece mahpus yazarlara değil, dışarıdaki edebi bilgi birikim ve üretim içerisindeki genç yazarlara da " Ticari riski tazmin edemediği sürece" kapılarını açmamaktadır.

Mahpus yazarların; Shakespeare'nin "Hiçbir şeye sahip değilseniz, hiçbir şey kaybetmezsiniz" sözünden cesaret alarak büyük zorluklar içerisinde kaleme alıp ürkek bir güvercinin kanatları altına emanet ederek hapishane duvarlarını aşan yazıları, yayınevlerinin kurduğu sanal duvarlara, barikatlara çarparak yok olmaktadır. Eğlence merkezlerinin girişine "Onsekiz yaşından küçükler", apartman kapılarına " seyyar satıcılar" için asılan tabelaların bir benzeri olarak "Hapishaneden gönderilen yazılar giremez" tarzında bir ibarenin de yayınevlerinin kapılarına konulması beklenebilir.

Yayınevlerinin, mahpus yazarlar ile arasına koyduğu mesafe, edebiyat dergilerine nazaran daha net çizgilerle belirlenip dikenli tellerle çevrilmiştir. Yayınevlerinin, adı konulmamış bu ambargo için  haklı nedenleri olduğunu da kabul etmek gerekir. Evet!. İçeriden yayınevlerine edebiyat adına çok kötü metinler yazılıp gönderilmiş ve kötü bir imaj oluşturulmuştur. Ancak bunların geçmişte kaldığını ve artık hapishanelerin kendi içinde yazar üretme kapasitesi bulunduğunu, nitelikli ürünlerin çıkarıldığını gösteren somut eserler referans alınmalıdır. Son yıllarda birçok mahpus yazarın kitabı büyük zorluklar ile olsa da yayımlanmıştır.

Sıkıyönetim ve darbe dönemlerinin hapishane koşullarında yazanlar için en büyük engel idari yapılardan kaynaklanan sansür ve yaptırımlarken, bu dönemdeki en büyük engel işin ticari boyutunu daha fazla düşünen yayınevlerinin tozlu rafları hatta çöp kutularıdır.

ŞİİR - ÖYKÜ ÖDÜLLERİ/EDEBİYAT YARIŞMALARI:

Birçok değerli yazar ve şairin edebiyat dünyasına kazandırılmasında büyük pay sahibi olan edebiyat yarışmaları; hem ticari kaygılar barındırmaması, hem de jüri üyelerinin bağımsız ve edebi çevrelerce saygınlığı kabul görmüş kişilerden oluşması nedeniyle mahpus yazarlara karşı edebiyat dergilerinin ve yayınevlerinin gösterdiği önyargıyı taşımamaktadır.

Ancak bu yarışmalara katılma konusunda da mahpusun iki engeli aşması gerekmektedir. Önce yarışma katılım koşullarını sağlamak amacıyla mahpus, yazılarını bilgisayar yazılımlı ve çok nüshalı hale getirebilmek için dışarısının desteğinin almak zorundadır. İkinci engel ise mahpusun eserlerinin olmazsa olmazı "Görüldü" kaşesinin; yarışmacının gizli kalması gereken kimliğini açık ettiği gerekçesiyle yarışmaya katılım dosyasının iade edilme ihtimalidir. Bu iki engeli aşan mahpus yazarların ürünlerinin; katılımın yoğun olduğu ulusal yarışmalarda dereceye girmesi, en başta yarışmayı düzenleyen komitenin dikkatini çekmektedir. Bu yarışmalar mahpus yazarlar için büyük önem taşımaktadır.

SON SÖZ:

Yazının girişindeki hapishane ve edebiyat ilişkisinin diğer ayağı olarak hapishanelerinde kendi içinde yazar üretme kapasitesi vardır. Bunu "Hapishane Edebiyatı" olarak dar bir perspektif içinde değerlendirmek üretimlerimizi de, bedenlerimiz gibi belirli bir alan içerisinde tutsak etme isteğidir. Doksanlı yılların örgütsel baskılarından kurtulup, propagandif jargonu daha edebi bir dile çeviren mahpus yazarlar, eserlerinde ideolojik fikirlerden öte toplumsal gerekler üzerine yazınsal çalışmalarını sürdürmeye başlamışlardır. 

Evet! mahpus dışarısının ilgisizliğine rağmen yazıyor. Kaldı ki bu dışarısının ilgisizliği sadece yayın dünyasıyla sınırlı değildir.

Yazarak yaşamın içinde var olma mücadelesi veren mahpus, bundan sonra da yazacak. Çünkü hapiste yazmak değil, yazmamaktır daha zor olan.

İçerideki yoğun düşünsel birikim ve yazma potansiyeli artık açığa çıkmıştır. Tüm gözlerin; bu yazılara ve yazarlara aşina olması umuduyla.

Hapislik yıllarının mahpusa bıraktığı en somut kazanımın, yazarak ürettikleri olduğu unutulmamalıdır.

Muzaffer Tansu

L tipi Kapalı Cezaevi      

Ferizli / Sakarya