“ÜRETMEK BİZİM İÇİN BİR VAROLUŞ GEREKÇESİDİR”... MAHPUS KARİKATÜRİST MEHMET BOĞATEKİN İLE SÖYLEŞİ

“C. Pavese’in “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır sanat -edebiyat” sözü hapishanede üretim yapanlar için daha bir anlam ifade ediyor. Çünkü çoğu zaman içeride bir şeyler üretmek bizim için bir varoluş gerekçesine dönüşüyor. Hapis hayatının ağır hükmüne karşı direnebilmek için üretiyoruz. Ömrümüzden alınan on yılların ruhumuzu ve bedenimizi “çürütmemesi” için, yaşamı daha katlanılabilir kılmak için yazıyoruz-çiziyoruz. Başka türlü 25-30 yılı nasıl devirebilirdik ki!”

Mehmet Boğatekin

 

“ÜRETMEK BİZİM İÇİN BİR VAROLUŞ GEREKÇESİDİR”
MAHPUS KARİKATÜRİST MEHMET BOĞATEKİN İLE SÖYLEŞİ *

Adil Okay: Merhaba Mehmet. Sanırım on yıldır tanışıyoruz.  www.gorulmustur.org adlı sitemizde karikatürlerin yıllardır yayınlanıyor. İki yıl önce senin ve 16 tutsak karikatüristin katkısıyla Duvarları delen Çizgiler adlı sergi hazırladık. Bu sergi hem ülkede hem Avrupa’nın birçok ülkesinde açıldı. Çok ilgi gördü. Akabinde Görülmüştür Kolektifi’nden arkadaşların desteğiyle sergiyi kitaplaştırdım. Artık seninle ve birçok tutsakla aile dostu olduk diyebilirim. Sen suya sabuna dokunan ağırlıklı olarak toplumsal sorunları – yaraları eserlerinde işleyen bir sanatçısın. Ama seni yeterince tanımayanlar olabilir diye klasik bir soruyla başlamak istiyorum: Kendini tanıtır mısın?
Mehmet Boğatekin: 1974 yılında Adıyaman’ın Gerger ilçesinde doğmuşum. İnönü Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde öğrenciyken okulu yarım bırakıp politik mücadeleye katıldım. 97 yılında tutuklanıp müebbet hapis cezası aldım. 24 yıldır içerideyim. Karikatür çizmeye henüz lise dönemindeyken amcamın sahibi olduğu bir yerel gazetede çizmeye başladım ama ilk çizimlerim çok amatördü. Hapse düştüğüm ilk dönemlerden beri ağırlıklı karikatür üzerinde çalışıyorum. Zaman zaman karikatür yarışmalarına katıldım. Biri uluslararası (Moskova İzvestiya gazetesinin düzenlediği yarışmada onur diploması) dördü de Türkiye’deki ulusal yarışmalarda çeşitli derecelerde ödüller aldım. 2012 yılında içerideki bir grup çizer arkadaşla birlikte dışarıdaki bazı çizerlerin de desteğiyle “Golik” (Buzağı) isminde Kürtçe bir mizah dergisi çıkarmaya başladık. İlk sayıları epey ilgi gördü. Her sayısı 1500 adet basılıyordu ve gönüllüler aracılığıyla hemen hemen hepsi dağıtılıyordu. Tam da gelişmeye başlamıştı ki siyasal iklimin sertleşmesiyle birlikte dağıtım ağını organize edemediğimiz için 18. sayısından sonra yayım hayatına son verildi.
Son iki yıldır karikatür çizme tekniklerinin öğretildiği “Kendi Kendine Karikatür Nasıl Çizilir/Öğrenilir?” isminde bir kitap hazırlıyordum. Kitap henüz yayımlanmadı, basım aşamasındadır. Ayrıca aynı sürede uzun öykü (novella) tarzında hazırladığım kurgusal çalışmam da var, o da henüz yayımlanmadı.
A.O: Seni hayranlıkla takip ediyoruz Mehmet. Ayrıca hapishaneyi de okula çevirdiğini, çevrende yetenekli mahpuslara ders verdiğini biliyoruz. Bu arada gelişmede sınır yok. Mesela senin bazı renkli karikatürlerin resim formatına yakın. Fotoğrafa da denilebilir belki. Zira çizimlerinde bir fotoğraf sunuyorsun. İnsanların önünden her gün geçtiği ya görmezden geldiği ya da artık kanıksadığı yaraları görünür kılıyorsun. Kimi zaman açık, kimi zaman imgesel. Resim ile karikatür ilişkisi hakkında ne söylemek istersin? Hatta heykel. İmkânın olsaydı yani dışarıda özgür olsaydın taşı ya da tahtayı yontmak ister miydin?
 
M.B: Evet, benim çizim tarzım resme çok yakın. Resmin, ruhu dinlendiren, estetik formundan bolca yararlanıyorum. Karikatürün şaşırtan, düşündüren, çelişkiyi ortaya koyan ve en sonunda güldüren yönlerini bu form üzerinde şekillendiriyorum. İleride fırsatım olursa bazı karikatürlerimi üç boyutlu heykel formunda da yapmak istiyorum, ya da kamuya açık alanlarda grafiti tarzı büyük boy çizimler yapmak istiyorum. Ama şu anda bu koşularda öyle bir şansım yok!
A.O: Okumak mı çizmek mi öncelikli?
M.B: Okumak, politik tutsaklar olarak bizim için içeride en büyük lüksümüz. Kitaplar sayesinde fiziki olarak bulduğumuz dört duvarın sınırlarını aşabiliyoruz. Hayalimizde kurduğumuz dünyada bazen bir roman kahramanının peşine takılıp ülke ülke dolaşabiliyoruz. Yazmak da buna benzer, bu kez siz insanları hayali dünyanızda yolculuğa çıkarıyorsunuz. Kurguladığınız yaşamı ona tanıtıyorsunuz. Okuyarak, öğrenerek tanık olduğunuz dünyalar ne kadar çoksa, hayal gücünüz o kadar zenginleşiyor, eseriniz de nitelik kazanıyor. Ayrıca iyi bir çizer olabilmek için okumak, incelemek, toplumsal sorunları derinden hissetmek önemlidir. Okuyarak hayal dünyanı zenginleştirirsin; inceleyerek görsel hafızana zenginlik katarsın. Çevrenizde yaşanan olayları analitik bir bakış açısıyla gözlemlediğinde ise, çelişkiyi yakalarsın. Çizmek için bütün bunlar önemli ama yeterli değildir. Çizerin iyi bir karikatürcü olabilmesi için öznel bir dünyası olması ya da öznel bir bakış açısı olması şarttır. Çizerlerin daha doğrusu bütün sanatçıların bir içinde yaşadığı dünya, bir de kendi içindeki dünyaları vardır. Schopenhauer “kafadaki dünya”  ve “kafanın dışındaki dünya” der buna. Her ikisi de birbiriyle ilintili.  Bunun yanında bir de el alışkanlığı kazanmak gerekiyor. Bizim-eski usta karikatürcülerin deyimiyle “bileği güçlendirmek” gerekiyor. Bu yeteneği de bol bol çizerek kazanabiliriz. Picasso’nun deyimiyle yeteneğin %10’u doğuştan geliyorsa %90’ı sonradan kazanılır. Yani çok çok çalışarak.

A.O:  Hapishanede üretmek zor değil mi? Mekânın “darlığı”ndan ve basına da sık sık yansıyan “keyfi yasaklar”dan ve diğer olumsuz koşullardan kaynaklanabilecek sansür ile otosansür sorununu nasıl aşıyorsunuz: Bu üretimimizi kısıtlamıyor mu?
M.B:  Mekânın yazı - çizim süreci üzerinde etkisi muhakkak var. Birincisi yaptığınız çizim birkaç gözden geçerek esas muhatabına (dışarıdaki okuyuculara-izleyicilere) ulaşacak. Her aşamayı sorunsuz aşması gerekiyor. Hele ki politik konuyu çizmişseniz hassasiyetler artar ve bazen kastetmediğiniz anlamlar bile yüklenebilir, başınız derde girebilir. Ben karikatür çalışmalarımı sürdürürken ciddi bir sansür-otosansür olayıyla karşılaşmadım. Bu biraz çizim tarzımla da ilintili. Ben güncel politik konuları fazla çizmiyorum, Güncelliğini yitirmemesi için genellikle evrensel konuları işliyorum. Düşünceleri, eleştirileri daha “incelterek” vermeye çalışıyorum. İstiyorum ki izleyicide bir sorgulama yaratsın, çelişkiyi kendisi fark etsin, kendisi anlam yüklesin.
 Bakınız C. Pavese’in “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır sanat -edebiyat” sözü hapishanede üretim yapanlar için daha bir anlam ifade ediyor. Çünkü çoğu zaman içeride bir şeyler üretmek bizim için bir varoluş gerekçesine dönüşüyor. Hapis hayatının ağır hükmüne karşı direnebilmek için üretiyoruz. Ömrümüzden alınan on yılların ruhumuzu ve bedenimizi “çürütmemesi” için, yaşamı daha katlanılabilir kılmak için yazıyoruz-çiziyoruz. Başka türlü 25-30 yılı nasıl devirebilirdik ki!
A.O: Hani halk arasında “ilham geldi” diye söylenen “ilham” sana nasıl ne zaman geliyor. Yani yeni bir karikatüre başlamadan önce nasıl bir sancı yaşıyorsun?
M.B: Birincisi, fikir oluşturma, ikincisi o fikri kâğıda geçirme diye özetlenebilecek iki aşaması var karikatürün. Fikrin aklıma gelmesi belirlenmiş bir zaman dâhilinde olmuyor. Bazen bir kitap okurken, bazen birinden bir hikâye dinlerken bazen de volta atarken, bir şey düşünürken aniden aklıma geliyor. O an başka bir işle meşgul isem unutmamak için küçük bir kâğıda eskizini çiziyorum sonra uygun bir zamanda (genellikle akşam saatleri oluyor) temiz kâğıda geçiriyorum.

A.O: Biliyorsun Ben ve tutsak Doktor Ayhan Kavak şair ve yazarlarla söyleşiler yaparak bir kitap hazırladık. Firari Yazılar adını verdiğimiz bu kitap Klaros yayınlarından çıktı. Söyleşi sorularından biri içeride zor koşullarda hazırlanan bir kitap dosyasını yayınlatabilmenin zorluğu hakkındaydı. Bu konuda birkaç istisna dışında içerideki yazar ve şairler çok dertliydi. Dışarıdan yeterince destek alamadıklarını, teknik engelleri aşamadıklarını, hapishane okuma komisyonun engelini aşsalar bile yayınevlerinde dosyalarının yıllarca bekletildiğini belirttiler.  Sen nasıl zorluklarla karşılaşıyorsun.
M.B: Bir yıldan fazla bir zamandır bitirdiğim dosyayı dışarıda yayımlatma işiyle uğraşıyorum. Kendi işinizin başında bulunamadığınız için işlemler ağır işliyor. Öyle ki bazen yazım-çizim aşamasında harcadığımız enerjinin çok daha fazlasını basım aşamasında harcamak zorunda kalıyorsunuz.
A.O: Klasik bir soru da sorayım. Etkilendiğin ilham aldığın birkaç yazar – sanatçı ismi sayar mısın? Birkaç da kitap…
M.B: Stefan Zweig’in, Elias Canetti’nin ve Mehmed Uzun’un tüm eserleri bana ilham veriyor. Yine klasikleriden William Shakespeare’nin Hamlet’i ve Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i.Resimde sürrealistlerden, karikatürde de İranlı karikatüristlerden ilham alıyorum.
Adil Okay: Son sorum: Plastik sanatlarda yapılacak bir psikanaliz, mumyalama işini bu sanatların meydana gelişinde temel olay olarak ele alabilir. Psikanaliz resmin ve fotoğrafın kaynağında “Mumya Kompleksi”ni bulmuştur. Eski Mısır’da “yönetenler ve mülk sahipleri” ölümden sonra mumyalanmayı “ölümsüzlüğe ulaşma” amacıyla vasiyet ederlerdi. Rönesans’a gelince portre resimleri mumyaların yerini aldı. Tabi bu dönemde de “resim” (mumya gibi) varlıklıların ve imtiyaz sahiplerinin sahip olabileceği bir “sanat eseri”ydi. Modernizmle birlikte yaygınlaşan ve orta sınıflara da hizmet sunan “portreci sokak ressamları” ise, fotoğrafın icadından sonra giderek azaldılar. Bunun bir nedeni de, portre ressamlarının çalışmalarının “sanat” değil “zanaat” oluşuydu. Bir de sokak sanatçıları var. Sokak müzisyenleri, sokak ressamları, sokak karikatüristleri. Birçoğu ekonomik nedenlerle sokakta sanatlarını icra ediyorlar. Bazıları da tavır olarak. Yaşam biçimi olarak. Bazıları da her iki saikle. Sen özgür olsaydın sokakta portre resim ya da karikatür yapar mıydın?
Mehmet Boğatekin: Sokak sanatı öteden beri ilgimi çeken bir alan. İçeride en büyük hayallerimden biri: Bir gün özgür olduğumda sırtıma resim çantamı alıp kamuya açık alanlarda, meydanlarda ya da yüksek binaların duvarlarından grafiti türü resimler yapmak isterdim ki çizdiklerim her sabah işe gitmek için yola koyulan insanların bakışlarını üzerine çeksin. Estetik bir haz versin. Akşam eve döndüklerinde resmin anlamını sorgulasınlar.
Bir diğer hayalim de çalışmalarıyla topluma mal olmuş, insanların sevgisini kazanmış kişi ve / veya kurumları onore etmek için bulundukları mekânlarda onları sembolize eden çizimler yapmak. Örneğin hastaları için, hayat kurtarmak için büyük fedakarlık yapmış bir doktoru önlüğüyle çizmek; demokrasi ve hukuk mücadelesinde bedel ödemiş bir aydını  kalemiyle ya da yarattığı eserlerle bir bölgenin - kentin sembolü olmuş bir sanatçıyı bir eserle ölümsüzleştirmek. Bütün bunlar içeride hayalini kurduğum ve zaman zaman eskiz defterime tasarımlarını yaptığım konular.
Sanat kapalı alanlarda, salonlarda sınırlı kalmamalı bence. Hayatın her alanında olmalı ve toplumun ileriye doğru zihinsel dönüşümüne katkı sağlamalı. Dünya ancak o zaman daha da güzelleşir.
A.O. Teşekkür ediyorum Mehmet. Öyle sanıyorum ki derinlikli bir söyleşi oldu. Özgür zamanlarda buluşmak, yeniden söyleşmek dileğiyle. Son olarak okuyuculara adresini de vereyim. Belki onların da ek soruları olabilir: Mehmet BOĞATEKİN. T Tipi Kapalı Cezaevi A-25. Burhaniye/BALIKESİR
M.B: Ben de teşekkür ediyorum. Dışarıdaki tüm dostlara selamlar, sevgiler.

*Güney Dergisi s.99
[email protected]