Tutsak gazeteci Füsun Erdoğan'ın yeni kitabı

HALUK KALAFAT TANITIYOR

“Her Devrimcinin Bir Rosa’sı Vardır”

Şöyle diyor Füsun Erdoğan, "Kadın Önderleşmesinde Rosa Luxemburg" adlı kitabında: "Dün olduğu gibi, bugün de Rosa Luxemburg’u okumak ve anlamak, ondan, onun yaşamından öğrenmek, güncel bir görev, bir ihtiyaç olmaya devam ediyor."

Haluk KALAFAT [email protected]

İstanbul - BİA Haber Merkezi 24 Ağustos 2013, Cumartesi 00:00

Bu başlık Füsun Erdoğan’ın Belge Yayınları’ndan çıkan kitabın önsözünün ilk cümlesi. Önsözü İbrahim Çiçek yazmış...  
Kitabın adı “Kadın Önderleşmesinde Rosa Luxemburg”… Bu başlık kitabın meramını çok güzel özetliyor.
bianet yazarı olan Füsun Erdoğan yedi yıldır tutuklu olarak yargılanıyor. Erdoğan kitabı cezaevinde kaleme aldı.
Şöyle diyor Füsun Erdoğan “Rosa Luxemburg erkek Komünist Parti'de ve Enternasyonal'de öne çıkmış dönemin tüm ağır toplarında karşı sözünü söylemekten çekinmemiştir. Sevdiklerine karşı içtendir, düşmanlarına karşı cesur. Adanmış bir yaşamdır onunki!”
Rosa Luxemburg’un (1871-1914) kararlı mücadelesinin duraklarının altını kalın çizgilerle çizdiği kitabında Erdoğan, özet bir biyografi verirken, kadının varolma direnişi de aktarıyor:
“İyi bir hatip, ajitatör, teorisyen, kalem üstadı bu başeğmez ‘asi kadın’ı daha yakından tanımak ve anlamak, kadın özgürlük mücadelesi bakımından ondan öğrenmemiz gerekenleri belirginleştirmeyi ihmale edilmez, ertelenemez bir görev, vefa borcu ve sorumluluk sayıyorum.”
Kitap sekiz bölümden oluşuyor.
İlk bölümde Rosa’nın kişiliği ve devrimci mücadeledeki önemi anlatılıyor.
Sonra biyografi biçiminde ilerleyen dört bölümde ise yaşamının belirli evreleri, döneminin siyasi ortamının da anlatımıyla özetleniyor.
Füsun Erdoğan bu dört bölümde Rosa Luxemburg hakkında yazılan biyografilerden yararlanmış esas olarak; ancak yeri geldiğinde ise kendi yorumlarıyla, değerlendirmeleriyle ve günümüze uyarlamalarıyla anlatıyı çeşitlendirmiş ve fikir yazısı kıvamına getirmiş. Yani bu dört bölüm salt bir biyografi değil.
Sonraki üç bölümde ise Rosa’nın özel ve siyasi yaşamında bir kadın olarak duruşu ele alınıyor.
Altıncı bölümün başlığı “Rosa’da aşkın ve sevginin anlamı” ve başlıktan anlaşılacağı üzere aşk yaşamı ele alınıyor. Almanya Sosyal Demokrat Parti’nin önemli isimlerinden Leo Jogiches ile 15 yıl süren inişli çıkışlı, tutkulu ve yaralayıcı ilişkisi ve bu süreç içinde Clara Zetkin’in küçük oğlu Costia ile olan ilişkisini aktarıyor Füsun Erdoğan.
Yoğun mücadele günlerinde ayrı mekanlarda yaşayan Rosa ve Leo’nun aşkının izleği birbirlerine yazdıkları mektuplarla ortaya konuyor bu bölümde.
Ve tabii bu ilişkide yönlendirici, baskın taraf olan Jogiches’ten kopuş süreci ve onun baskısına karşı koyuşu anlatılıyor.
20. Yüzyılın ilk yıllarında bir kadın olarak erkek egemen bir siyasi hareket içinde dimdik ayakta duran ve Jogiches gibi güçlü bir figüre direnen Roxsa Luxemburg’un feminst harekete yakın duracağı tahmin edilebilir rahatlıkla.
Ancak Rosa kadın sorunu ve özgürleşme mücadelesine her zaman mesafeli durmuş.
Erdoğan “Cinsine Yabancı, Kadın Sorunlarına Mesafeli” başlığını verdiği yedinci bölümde Rosa Luxemburg’un ayrı bir kadın hareketinin ya da örgütünün sınıf mücadelesini böleceği fikrini savunduğunu aktarıyor ve bu tavrını örneklerle anlatıyor.
Örneğin kadın mücadelesine yakın tavır alan yakın arkadaşı Clara Zetkin’i, Jogiches’e gönderdiği bir raporda şöyle eleştiriyor: “Clara her zamanki gibi bana iyi davranıyor ama şu feminist saçmalıklara öylesine kafayı takmış ki; genel sorunlara hitap etmiyor.”
Erdoğan’ın bu tavra olan yorumu şöyle: “Zekası, teorik düzeyi ve üretkenliğiyle Rosa Luxemburg’un erkek partide ve erkek Enternasyonel’de kendisine en ön sıralarda yer açması, dünyanın sayılı ve önde gelen başarılı önder kadınlarından biri olması, kavgacılığı ‘kadın sorunu’nu yaşama ve hissetme, bilince çıkarmada onu cinsine yabancılaştırmıştır.”
Bu yabancı ve uzak duruşun partide ve siyasi mücadelede Rosa açısından hiç de hoş olmayan sonuçlarını ise sekizinci bölümde anlatıyor Erdoğan. Bölümün başlığı “Erkek Partide Erkek Politikacıların Erkek Dayanışması”… Sıklıkla karşılaştığı saldırı Jogiches’in metresi olarak tanımlanması olmuş.
Rosa’nın siyasi rakiplerinin birbirlerine yazdığı mektuplardaki ifadelerden örnekler veren Erdoğan, “Alman burjuvazisinin Rosa’dan nefret etmesini ve ona her saldırısında açığa çıkan sınıfsal, ırksal ve cinsiyetçi yaklaşımını, dilini, tarzını ‘anlamak’ zor değil. Ancak onunla aynı safta mücadele eden erkek siyasetçilerin, yoldaşlarının burjuvaziyle benzer argüman ve yöntemler kullanmalarının kesinlikle anlaşılır bir yanı olamaz, olmaz da,” diyor.
Erdoğan bu bölümü erkek yoldaşlarıyla tartışmaların aslında cinsiyetle ilişkisi olmadığı politik duruş ve teorik yaklaşım ve politika yapış biçimlerindeki farklılıklar olduğu ama erkeklerin Rosa’ya teorik çerçevede yanıt veremedikleri noktada cinsiyetçi saldırılara başladıklarını ifade ederek bitiriyor.
Biz de Rosa Luxemburg kitabını Önsöz’deki ilk cümleden sonra gelen bölümü alıntılayarak bitirelim: “1980’li yıllarda zindanlarda erkek devrimcilerin sohbetlerinde sık rastlanan bir söylemdi bu. Bir başka devrimci kadın önder için benzer bir cümleye tanık olmadım. Rosa, bütün diğer kadın devrimci önderlerden farklıydı. Her devrimcinin bir Rosa’sı olduğu düşünülürdü.” (HK)

Kaynak: bianet.org