KÖKÜ DIŞARIDA

“İşte tüm bunları öğrenmek ve daha geniş bir bakış açısına sahip olarak konuya eğilmek için referans kitabı niteliğinde bir eser var artık elimizde. İçeriden Ayhan Kavak’ın dışarıdan Adil Okay’ın emeğiyle hazırlanan “Firari Yazılar” adlı söyleşi kitabı bize bu imkanı sunuyor. “İçerideki Yazarlarla Söyleşiler” alt başlığıyla Eylül 2021’de yayımlanan kitap Klaros Yayınları etiketini taşıyor. Kitapta söyleşilerin dışında hep genç, hep şair Sezai Sarıoğlu’nun kıvrak heyecanını taşıdığı bir “sonsöz” bölümü olduğunu hatırlatmalı. “

İlhan Sami Çomak. Silivri Hapishanesi

 

KÖKÜ DIŞARIDA

“Çünkü ağaçlar sağa dönmez”

 

            İnsan söz konusu olduğunda her şeyin bir adabı ve edebi olmalı. Bir adabı tekrar tekrar temize çekenlere insan deniyor sanırım. Bunu edepli şekilde yapanlar da makul ve makbul kişi oluyor. İş böyle olunca insanların kahir ekseriyeti edepli, çok edepli. Geçmiş ve gelecek, tarih ve zamanın ruhunu onaylamak ile kesintisiz şekilde edebi ve adabı sonraki kuşaklara devretmek için makul insanları el üstünde tutmak gerek. Muktedirler böyle yapıyor.

            Tarihe tersten bakanlar, zamanın ruhunu, iktidarın sesini temize çekmeyi reddederek itirazda bulunanlar, uzlaşı alanlarını kabul etmeyerek ihlal edenler, akla uygun dediğiniz, kalbe uygun değil, diyerek normu tanımayanlar, yani “kökü dışarıda”, hep kökü dışarıda olan, uslanmayan ve asla makul olmayacak niceleri var ki, nush ile tekdirle, kötekle yola gelmezler, onların hakkı zindandır! Muktedirler böyle yapıyor.

            Serde bozma, ihlal, tarihe ve zamana yanlış girişi kabullenmeme, verili olanı reddetme olunca gerçeği, güzelliği, haklı olanı dürterek devlet dersini değil doğruluk dersini ezberlemek, onu duvarlara, zamanın yeknesaklığına, mekanın darlığına çarpa çarpa çoğaltarak dışarıya uçurtmak devreye girer bu kez. Ne de olsa “kökü dışarıda!” Mahpus edebiyatçılar böyle yapıyor.

            Bu şekilde sıralamak kolay ama gerçek çok zor, çok ağır ve acılı, bir o kadar da kararlılık gerektiren upuzun bir yol. Mahpus olmak dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zamanda kolay olmamıştır. Hele ki bir ömür süren mahpuslukla tüm güzelliklerden koparılmak, hayatın gerçeklerini nerdeyse unutur hale gelmek, dolayısıyla zamanın içinde yepyeni bir zamana konumlanmak, bunun yarattığı sarsıcı duygular vb. birçok şey yaşananın daha ağır şekilde hissedilmesini doğurur.

            Mahpus yazarlar söz konusu olunca yükün ağırlığının daha da arttığını tespit etmek gerek. Yara açık bırakılınca gerçeğin hücumu daha şedit şekilde duygu ve aklı hırpalıyor. Ama hayatı karşılamak, hayata karışmak, hayatı unutmamak için gerekli ve kanıtlanmış bir yol bu. Açık yaradan kan akmalı ki dışarıdaki kök ile bağ kopmamalı.

            Ayırıcı konu şu: Bu yük ve acı tercih edilmiştir. Zorluklarla iki kat fazla çarpışa çarpışa yazmak daha başından gönüllü olarak kabul edilmiştir. Zira bilinen başka bir yolu yok bunun. Mahpusluk zor, mahpusta yazar olmak daha zor. Sadece hapsedilmenin kaçınılmaz sonucu olarak doğan sorun ve zorluklar değil üstelik bu. Upuzun bir liste verilebilir konuya dair.

            İşte tüm bunları öğrenmek ve daha geniş bir bakış açısına sahip olarak konuya eğilmek için referans kitabı niteliğinde bir eser var artık elimizde. İçeriden Ayhan Kavak’ın dışarıdan Adil Okay’ın emeğiyle hazırlanan “Firari Yazılar” adlı söyleşi kitabı bize bu imkanı sunuyor. “İçerideki Yazarlarla Söyleşiler” alt başlığıyla Eylül 2021’de yayımlanan kitap Klaros Yayınları etiketini taşıyor. Kitapta söyleşilerin dışında hep genç, hep şair Sezai Sarıoğlu’nun kıvrak heyecanını taşıdığı bir “sonsöz” bölümü olduğunu hatırlatmalı.

            Beşi kadın otuz sekiz yazar ve şair, yöneltilen 15 soruya geniş ve yaşadıklarından hareketle cevap vererek kitaba katkıda bulunmuş. Cezaevinde bulundukları zaman aralığı hesaba katıldığında, yazarların en yenisi altı yıllık iken, en eskisi bugün itibariyle otuz yılı tamamlayıp dışarıya çıkmış olmalı. Bu durum sorunları karşılama ve çözme yöntemiyle, zamanın dokunuşunun yarattığı etki ve bakış açısının çeşitlilik arz etmesini beklemek anlaşılırdır.

            Kavak ve Okay, kitabı hazırlama amaçlarını iki temel üzerine oturtuyorlar. 1- Bu neviden çalışmaların sınırlılığını gözeterek içeride üreten mahpusların siyasi geleneğine, etnik ve cinsel kimliğine bakmadan sesini toplu olarak duyurmak, 2- Küçümsenen ya da kimi sebeplerle eleştirmekten kaçınan tutumlara dikkat çekerek “Hapishane Edebiyatı”nı tartışmaya açmak.

            Cezaevinde yazmanın dokunaklı bir yanı vardır hep. Zorlukla, zamanla, mekanla, yoksunlukla, edebi mahfilin çeperine sürülmekle, önyargıların tahrifi ve tarifiyle, ezberlenmiş kalıpların ısrarla sürüklediği çorak tanımlarla, sessizlik ve hiçliğe havale edilmenin ağır iklimiyle sınanan dokunaklı bir yan… Bütün bunlar mahpus olmanın getirdiği doğal zorluklardan açık ara daha bir iz bırakıyor kesinlikle.

            Kavak ve Okay “Hapishane Edebiyatı” kavramına isabetli şekilde mesafeli yaklaşıyor. Bunun yerine “Hapishanede üretilen eserler” demeyi tercih edip öneriyorlar. Ben bu tanım veya adlandırmanın ad, sınırlayıcı özellikleriyle yetersiz, dahası yanlış olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce bir adlandırma zorunluluğu niye olsun ki? “Hapishane Edebiyatı” denmesine karşı çıkılmalı, evet. Oysa bunu yaparken sınır çizerek yeni bir tanımın kalıbına girmeye de karşı durulmalı. Kendini edebiyatın içinde, tam göbeğinde hissederek konuyu ele almalı. Buralarda yapılan, hapishane edebiyatı ya da hapishanede üretilen eserler değil, bal gibi edebiyattır. Kimi zaman yüzeysel, kimi zaman sloganla malul, kimi zaman iç dökmeye teşne olsa da bal gibi edebiyattır.

            Benzer sorunların dışarıdaki yazarlarca yaşandığını unutmamalıyız. İdeolojik söylemlerle tökezleyen, dışarıda olmanın tüm imkanlarına karşın gerçeği ve hayatı es geçen yüzeysel, ham ve tatsız pek çok eser yayımlanıyor. Ama bunları bir tanım veya kategoriye yerleştirmeyi kimse düşünmüyor. Ne oluyor peki? Eser okunmuyor, olmamış deniyor, ilgi görmüyor. Demem o ki bizzat eserin kendisinden, edebi niteliğinden hareket etmek doğru olanı. Mekan bir miyar olamaz, olmamalı. Dışarıda üretilen eserlerin çoğunun evde, bir odada yazıldığını varsayabiliriz. Oysa kalkıp “Evde üretilen eserler” demiyoruz, dememeliyiz. “Hapishanede üretilen eserler” de dememeliyiz kanımca.

            Kitabı hazırlayan yazarların dikkat çektiği üzere “Hapishane Edebiyatı” artık bir kategori olarak kabul görmüş durumda, maalesef. Yazarların önerdikleri yeni tanım veya kategori, evet, yumuşak, belki de daha yenir yutulur. Yine de buna itirazımı kaydetmek isterim. Her şeyi eser üzerinden ele almak gerek.

            Eleştiri yetersizliğinin gerçekte “hoşgörü”den kaynaklandığını düşünmek ne kadar isabetli, emin değilim. Eleştirisizliğin, kabaca toparlayacak olursak iki sebebe dayandığını ifade etmek mümkün. Birincisi, has edebiyatın dışarıya, edebiyat mahfiline ulaşmada yaşadığı zorluk ya da yolların kapalı olması, ikincisi, ezberlenmiş yargılarla, içine küçümsemenin sindiği değerlendirmelerin baskın bakış açısına dönüşmesi. Ama bu düşünceleri oluşturacak bir hayli verinin sunulduğu da ortada. İş böyle gelişince eğilip bir eseri hakkıyla okumak gereği duyulmuyor. Zira mahpus bir yazarın söyledikleri mutlaka sloganlarla maluldür! Okumaya ne gerek var zaten. Eleştirisizlik ve hiçlikle mahkum etme böyle başlıyor.

            Şu da var: Cezaevindeki yazarların çoğunun adı, eserleri, bu kitapta işlendiği gibi zorluklarla daimi savaştan geri durmadan üretme kararlılıkları bilinmiyor. Genele teşmil ederek eserlerin sloganla, ideolojik argümanlarla kötürümleştiğini söyleyen birine, halen cezaevinde bulunan yazarlardan birkaçının adını ve eserlerini sormalı. Fazla değil, birkaçının. Çoğunun cevabı tamamlamayacağına inanıyorum. Demek ki değerlendirmelerde bulunurken hem vicdanlı olmalı, hem de ezberden kurtularak biraz emek ve çabayla, eserlere ve yazarlara okuyarak ulaşmayı öncelemeli. Doğru ve saygın davranış böyle sergilenir.

            Kitaba katkı sunan yazarların, birbirinden bağımsız şekilde verdikleri cevaplardan görüyoruz ki: Neredeyse hepsi aynı sorunlardan muzdarip. Şartların kuşatıcı ve engelleyici yönü bazen heves kırıcı olsa da dönüp dönüp yazıya, üretmeye sığındıklarına şahit oluyoruz yazarların. Zira edebiyat, hem hayata daha sıkı tutunma çabası hem de zamanın ağdalı kıvamına, mekanın nefessiz bırakan darlığına karşı, hayal gücüyle orantılı yepyeni ve el değmemiş bir varlık alanı açıyor.

            Hayata tedbirli bir iştahla katılmak zorunluluğu ile ona hücum etmenin kasıtlı heyecanı. Cezaevinde yazmak, hem tedbiri hem heyecanı unutmadan, yetenek, hayal gücü ve çalışma azmi oranında kimsenin uzanamayacağı bir yaşam alanı yaratarak hep uzak olan geleceğe uzanıp yanına yöresine çeken kararlı bir ruhun diriliğini gerektiriyor. Cezaevinde yaratıcı edim, umudun yenileyen yüzüyle, edebi varlık kazanma ve hayat denilen o uzak geçmişe bir kez daha ama yepyeni bir giriş yapma çabasıdır. Dolayısıyla tüm yazarlar kadar okunmayı ve takdir edilmeyi hak ediyor, hepsi, tüm mahpus yazarlar.

            Güzellikte biraz kusur olabilir ama mükemmel olanı kim bulmuş ki zaten.

İlhan Sami ÇOMAK

Silivri Hapishanesi