ARI, BÖRTÜ BÖCEK VE MARTILAR

Asuman, safra niyetine zamanın atıldığı kutucuk kuyudan görebildiğim kadardır. Ufku çalınmış parça pürçük aydınlıkta ateş almaya gelen güneş tez çekilir, gölgeye kesilir dört duvar. Bir yerlerde var, biliyorum; bir yerlerde parıldamayı sürdürmekte güneş. Ne yazık, benden ırak, nasipsizim ondan…

            Hep yakına bakmadan yanar gözlerim, keven otu gibi. Çare diye diklemesine göğe asarım gözlerimi. Sokrates’in mağarasında bellenmek istenen hakikate yazgılatılmak istenmekteyim. Varsın ellerinden geleni ardlarına bırakmasınlar, ben yine de yüksek desibelde, bildiğimi nidalayacağım. Önüm arkam duvar, hep sobeleyen olacağım…

            Bazen iyi yer zannıyla davetsiz misafirler konar yere. Sızlaması azalan kemiklerim ilkyazı muştuladığında, her nasılsa bir arı düştü ayağımın yirmi santim ötesine. Bir belaya kapıldığını anlar anlamaz ısrarla uçmaya yeltendi. Duvara çarptı, çıkamadı. Haline üzülerek içimden çareler üretiyorum. Duvarın üst çıkıntısına vuran güneşte ısınıp uçar belki. Tırmanarak oraya koydum arıcığı. Ne fayda, attı kendini beton zemine. Tekrardan çıkarırken, takat versin diye toz şeker bıraktım yanına. Olmadı, defalarca tekrarlanan bir sahne sonunda hep ayaklarımın altındaydı. Voltaya duran adımlarımın ezmemesi için yukarıya çıkarmam işe yaramadı. Son kez, yatakhane olarak kullanılan üst katın penceresinden uçurur, kurtarırım belki dedim. Penceredeki demir parmaklıklardan uzattığım elimi göğe doğru açarak fırlatıverdim. Ah, başaramadı. Arıcık cılız vızıltısıyla kalakaldı. Hasbel kader içine atıldığım bu arı kapanına tutulan iflah olmuyor. Arı, börtü böcek için oluşturulan bir kara delikteyim yıllardır. Zavallı arıcık bir daha onu bekleyen kovanına kavuşamayacak. Niceleri böyle telef olup gitti.

            Kuyuyu marifet sananlar suya aldanmasın. Burada yok öyle bir su, ancak ölümler çıkıyor durmadan. Kim bilir, yoksadığında zamanı, çıkarsın kanlı canlı, bütünlüklü. İç içe geçmiş labirentlerden müteşekkil bir kuyu burası. Tutkusunu kaybeden arıcık son nefesini verdi. Bir daha konukluğa gelmesin hiç, arı ve börtü böcek. Yutuveriliyorlar, kurtuluşları imkansız…

            Israrla bakıyorum ufacık maviliğe. Düşlerim sınırsız, tanımıyor engelleri. Ruhunu Mefisto’ya satmışların çaldığı ufkun ötelerinden kuşlar cıvıldamakta. Ama ben göremiyorum. Yine de bakınmayı sürdürüyorum ısrarla. Derken bir ânda, selamsız, eyvallahsız çığlıklarla martılar belirdi, enginsiz manzaramda. C. Monet’in doğa resimlerine taş çıkarırcasına şenlendirdiler içimi. Altın sarısı parıltılar içindeydiler. Sinelerinde toplanmış güneş huzmesinin bir tutamacını üstüme serpiştirmenin ardından kanat çırptılar denizin ortasındaki adaya doğru. Ağzım kulaklarımda. Düşlerimi harman eyleyen martılar konukluğuma gelmişti. Arıcık ve börtü böceğe mezar olan çıkışsız kuyumdan asi martılarla bir oldum o gün. Bekle beni dedim, bir gün ben de…, bizleşerek ışıkla bir olacağız…

            AYHAN KAVAK

1 Nolu T Tipi Hapishanesi  A-5

Siverek/Ş. URFA