20 Yıldır Tutsak Olan Sinan Bülbül'den deneme tadında mektup

Sevgili Öykü
 

Yaz mevsimini yavaş yavaş ardımıza bırakıp sonbahara girmeye hazırlanırken, bölünen hayatlar, ardından da birbirinden ayrılanların hikayesi, bugünlerde sıkça duymaya başladık. Anlatılan hikayeler bizlere hiç yabancı gelmiyor, sanki binlerce insanın yaşadıklarıyla aynı rengi, aynı tadı, aynı havayı taşıyor.

Tamamlanamamış, yarım ve hatta eksik hikayeler.

Hikayeler solgunlaşıyor. Soluk, gölgeli hikayeler. Gölgeler bulutlanıyor, gün bitiminden sonra hikayenin can alıcı kısmı güç-bela tamamlanıyor ak saçlı kadın tarafından, kelimeler inci tanesi berraklığında ağızdan gecenin koynuna bir bir dökülüyor.

Hikayeler başlıyor.
 

Bana iyi geceler demek düşüyor, sonra koşmaya başladım. Kan-ter içinde kalıncaya dek koştum. Koştum taa yorulup yüzükoyun yere kapaklandığım an’a kadar. Yüzüm toprağa gömülü. Devamında ağladım, ağladım. Toprak çamura dönüştü. Sağılacak bir katre gözyaşım kalmıştı, onu da sağıp bitirdiler.

Gözyaşlarımı sakladım, kurumasına izin vermedim. Şimdi daha özgür akıyor vadilere, hatta baharlara. Kimisi gözyaşlarımı bahar yağmurlarına benzetir, bu gözyaşlarımdır taşıyor beni özgürlüğe, özgürlük kokan dağların göğsüne.

Dağlar sessiz, suskun, yine de tevekkülle bekliyorum, donmamış yaşlarımla gürül-gürül akan yarınlara. Dışarıyı resmetmeye çalıştığım vakit gölgelendi, sislendi, perde çekildi, korkmadan tane tane sayarak kutsallıkla sunuyorum mabetler.

Bir umut!

Yeni bir umut moduna gireceğiz bu son baharda. Bu güz mevsiminde bir umut filizlenecek ve adım adım mevsimleri adımlayarak tamamlayacağız her hal umut sezonunu.

Yaz yangınından sonra bize kül kaldı, sonbaharda rüzgara yenik düşmez ise kapılar aralanacak.

Durup bekliyoruz sabırsızlıkla.

Yamaçlarda, vadilerde, kaya diplerinde hatta ağaçların kovuğunda bekleyenler var, bir zamanlar bizde dışarıda beklerdik, ama şimdi dört duvar arasındayız ve halen bekliyoruz.

Gözyaşından kurduğumuz, sonrasından terk eylediğimiz köyler viraneye dönüşmüş, yıkılmış. Dağılmış taşların üzerine ay düşmüş, yalnızca kocaman bir sessizlik içinde köy. Çocukluğumuzun sokakları veda sözcükleri kadar yabanıldı. Sokaklar katledilmiş, paramparça her şey. Düştür verilmeyen gülümseyişler bile yabanıl. Başka bir zamanda batar buraları terk etmeye hazırlanırken kaldığımız yerden başlıyoruz umut ilmiklerini kilime, her ilmik bir gelecek tahayyülü.

Günler İstanbul’da erken geçiyor, sanki akıyor, son hızla, nefes nefese. Herkes gitti. Geride kocaman bir umut kaldı, umut bir sfenks kadar suskundur, çünkü dile gelmez, sadece dışarıda yüreği bizim yüreğimizle atanlar anlar hapishanedekilerin halet-i ruhiyesini…

….

Sevgili Öykü can, öylesine oturup yazdım, belki kısa yazdım ama bu kez böyle olsun. Başka zamanda daha geniş yazarım.

Adil abi nasıl, umarım hepiniz iyisinizdir.

Ben de, bizler de iyiyiz.

Öyle ciddi bir sıkıntımız yok. Kendimizce okuyup zamanımızı iyi değerlendirmeye çalışıyoruz.

Ya sen!

Sen ne yapıyorsun, okuyor musun? Gerçi şimdi Mersin’de havalar felaket sıcaktır. Fazla güneşe çıkayım deme. Buralar öyle değil. Burada hava o kadar sıcak değil, yalnız aşırı bir nem var, insanı bunaltıyor. Biz de alıştık mecburiyetten.

Her şeye rağmen iyiyiz.

Kendine iyi bak.

Özgür yarınlarda buluşmak üzere.

Temmuz 2014

Sinan BÜLBÜL

E Tipi Cezaevi D-2

Ümraniye/İSTANBUL